16 Haziran 2013 Pazar

Gariplerin Kitabı- Ian Dallas


Bazı kitaplar var hayatımda rüyalarım sayesinde hayatıma giren, hayatımda iz bırakan...
Gariplerin Kitabı da o tarz kitaplardan oldu bu fakir için.


Ian Dallas İskoçyalı, üniversite kütüphanesinde çalışan bir memur.Bu aynanın zahiri. Arkasında ise Abdülkadir-es sufi bir şazeli mürşidi. Bunların ikiside aynı kişi değil. İnsanın zahirini aştığında meydana geldiği hal sadece...

Anladığınız üzere Gariplerin Kitabı bir tasavvuf serüveni romanı. Her zaman düşündüğümü bu kitabı okurken yine hatırıma getiriyorum: Her seyr-u süluk bir roman niteliğindedir.

İnsanın kendini aşması ne muazzam bir şey, Ian Dallas'ın kendini geçerek Abdulkadir-es sufi olması da böyle birşey. Nereden nereye diyor insan. Sonra bir söz hatıra geliyor erenlerden:
''Hakikat aramakla bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır.''
Arayana Allah muhakkak veriyor. Yeterki arayışında samimi olsun.

Yazar'ın arayışı da bu denli oluyor.Nerden mi biliyorum? Ettiği şu sözlerden:
''Bilgi, bir dilin yapısından edinilebilecek hatta sezilebilecek bir şeyden çok farklı bir mahiyete sahip olabilirdi. Yine de çağımızın insan yapısına çok bağlı düşünce yöntemi ile dumura uğratılmış olduğu için bu mektuplarda anılan deneyimlerin birer ''trans''veya ''ekstaz hali sayılabileceğini söyledi. Fakat bu deneyimleri birer duyumsal ve ruhbilimsel duruma indirgemek onların açıklıkla bir başka düzenin yasalarına bağlı olduklarını anlamak demekti.''

''Meczuplar olduğuna göre üstadlar da var demekti ve yaşadığımız karanlık çağda, ''ermişler'' hala bizimle idiler.''
''Yani yaşayan bir mürşid. Onu bulmalıydım.''
Bu niyetle arayanların sonu hep aynı olmuştur, buna şaşmamak gerek zira Allah'ın ayet-i kerimesiyle sabit vaadidir.

Müslüman olduktan sonra bir fukara ile tanışan yazar şöyle diyor:
''Yalnızca birkaç gün içinde, müslümanlığımı fukaradan öğrenmekte olduğumu anladım. Bu yalnızca Kur'an'ı, tapınmaları, sünneti kavrayışımın derinleşmesinde onlarla birlikte olmaktan edindiklerim değildi, ben aynı zamanda yaşamayı da onlardan öğreniyordum. Yani nasıl yürüneceğini, nasıl oturulacağını, nasıl dinlenileceğini ve ne zaman sessiz durulacağını da. Nasıl yemek yiyeceğimi, yemekler karşısında kendimi nasıl tutacağımı, nasıl bekleyip, nasıl hareketsiz duracağımı öğrendim.''

Cami'ül Beyan'da şu hadis yer alır: ''Doğrusu, ümmetim arasında öyle insanlar vardır ki, Allah'ın rahmetinin genişliğinden açıkça neşe duyar ve O'nun gazabı korkusuyla gizlice ağlar. Yeryüzünde yaşarlar ama kalpleri cennettedir. Kendileri dünyadadır ama kafaları öte dünyaya takılmıştır. Sükunet içinde yaşar, Allah'ın kayrası yoluyla O'na yaklaşırlar.''

Bir satır; kısacık,kenarı ünlemli:
''Tasavvuf, Rabbi sevmek ve onun yarattığı herşeye karşı yumuşak davranmaktır. böceklere bile.''

Zaviyede geçirdiği günlere kaleme almaya başlar yazar kitabın ilerleyen sahifelerinde:
''Zaviyede bulunan öteki insanları eleştirel gözle incelemeye başlamıştım. Yalnızlık ve düşünce yoğunluğu istiyordum. Ötekileri, boş konuşmalar ve bol sofralardan başka birşey istemeyen insanlardır diyerek mahkum etmiştim. Çevremde büyük bir ruh hükümdarının sarayına yaraşmayan dar ufuklu insanlar dolaşıyordu ve ben ruhça zengin bir adamdım. Bu düşünceler içinde, kendimi zaviye hayatının toplu namaz ve toplu yemek biçiminde sürüp giden günlük akışı arasında büyük emeklerle yalnız kalma zamanları koparabilmiş bir kimse olarak görüyordum.
Kendimi üstünlükle donatılmış sayarak kazanmayı göze aldığm bu sessiz savaşın ortasınd ihtiyar ve ince ruhlu Nahb'lı çıkageldi. Beni selamladıktan sonra kocaman gülümseyişiyle yanıma oturdu.
''Ne dersin, zor oluyor mu?'' diye sordu.
''Hayır'' diyerel lafı ağzına tıkadım.
''Ya!'' dedi, böyle bir zorluğu aklına getirmekle hata ettiğini belli edercesine.
Aramızdaki sessizlik birbirimize birşeyler söylemeye canattığımızı gösterecek kadar uzadı. Sonunda ben ağzımdan kaçırdım:
''Niye''dedim, ''zor olacakmış sanki?''
Yine gülümsedi. ''Yok, yani, bazı müridler başlangıçta zorlukla karşılaşır da ...Biraz boğucu bulurlar.''
Kalbim minnet içind hızla çarpmaya başladı. Hiç yalnız kalamamak zordu, ama sabırlı olmalıydım. Tam benim meselemi dile getiriyordu. Herkesin kendimle aynı ruhi tutkular içinde olacağını bekleyemezdim.
Elini kolumun üzerine koydu. ''Benim içinde zor olmuştu.''
İşte bütün istediğim buydu, hemencecik bütün şikayetlerimi sayıp döktüm ona. Fukarayı suçladım. Tarikatın asli öğretisini örten kültürü suçladım, birlikteliği suçladım, işaretlere özgü bir yalnız kalma korkusu dedim...Ama bütün bunları ardarda sırladıkça gide gide yanlış, daha yanlış bir noktaya vardığımı anlamış oldum. Konuşmamı usulca bağladım, pil bitti.
''Peki , ne yapıyorsun kendi başına kaldığında?'' Bu soruyu bana sorduğu anda sonuca da varılmış oldu, ama ben kendimi haklı çıkarmaya uğraştım. Hayır, tek başına kalınca ne namaz kıldım, ne zikrettim ama bunların yapılabilmesi için önce bir yöntemin bulunması gerekir. Zikr için bir yer olması mesela. İşte böyle şeyler!
Yaşlı adam kesin bir tavırla salladı başını, tıpkı bir keresinde camide yaptığı gibi. Hayır, yine yanılıyordum.
''Peygamber-salat ve selam ona olsun- dedi ki, 'Şeytan tek adamla birliktedir.' Gerçekten yalnız olmak bu demektir. Üstelik sen, kendi başına kaldığın zaman yalnız mısın? Hayır. Binlerce düşünce kafanı yalnız bırakmaz, yüzlerce nefs seninledir, öfken, gururun, herşeyin.''
Bana gülüyordu, ama bu gülüş öyle tatlı bir anlayışla doluydu ki, başımı utançla eğdim. ''Mücadele bitmiş değil daha. Bitince görceksin. Yalnız kalmayı başarmak demek, bilgelik uyarınca söylersek, önce başkalarıyla birlikte olmayı öğrenmek demektir. Savaşma. Şeyhine bak! Şeyhine bak!''

!!!

Nefsine terbiye yoluna çıkan her insanın durağıdır ki o:
''Ben'im silinmesi çok yerinde birşey diye düşündüm ama bu alanda ne kadar çaba harcarsam , ben'im okadar silinmezleşiyor gibi görünüyordu bana! Nefs- onun hakkında okumak, yahut konuşmak başka, onunla hesaplaşmak yine başkaydı.''

Manidardır:
''Her nasılsa, Mürşid'den hiçbir işaret gelmiyordu. O hergün gelip giden müridlerle uğraşıyor ve ben boşuna onun bana birşeyler bildirmesini bekliyordum. Nefsimin potasındaki kaynaşmalar, tütmeler öyle korkunç olmalı ki onları buraya yazmakta tereddüt ediyorum. Ne de olsa benim cehaletim ve kendimi önemli saymakla üzerimde taşıdığım kof duygu herhangi bir adamınkinden az değildi. Bu ortam içinde mevcududiyetimle Üstadımızın dikkatini çekemiyorsam gözönünden kalkarak aynı sonucu elde etme kararına vardım....'' devamı kitabı okumaya niyetlenenlere nasip olsun.

Mürşid ve mürid ilişkisine müthiş bir kuram:
''Her nesnenin kendi bilinci vardır. Diyelim ki şu bardak...Kendi bilincindedir. Şuraya kadar bilebilir.Oraya gelince dolmuştur. Şimdi bu sürahi kendi bilincindedir.Şuraya...kadar bilebilir. Fakat bu bardak, bu sürahinin bilebildiğini bilemez. Kendi biçiminin elverdiğinden daha fazlasını içermez. Ama bak.Bu ...bunu doldurabilir.''
!

''Dilin anlatım gücünün bittiği bir bilimi kelimelerle nasıl açıkladıklarını okudum.''
...

Bir Hadis en sevdiklerimizden olan:
''Allah'ı hatırlamak sermayemdir.
Akıl v sağduyu varlığımın kökleridir.
Aşk varlığımın temelidir.
Şevk hayatımın aracıdır.
Allah düşüncesine dalmak yoldaşımdır.
İnanç gücümün kaynağıdır
Hüzün arkadaşımdır.
Bilgi silahımdır.
Sabır elbisem ve erdemimdr.
İlahi İrade'ye boyun eğmek vekarımdır.
Hakikat kurtuluşumdur.
İbadet alışkanlığımdır.
Ve namaz gözümün serinliğinde, zihnimin sükunetinde yer alır.''
Efendim(s.a.v.)

(Garipler benim sünnetimden halkın bozuduğunu doğrultan, halkın yıktığını yeniden yaşatandır.-Tirmizi/İman,13,İbn Mace Fiten15)


Bunca kelam ettikten sonra kitabın isminin neden Garipler Kitabı olduğunu anladınız mı muhterem kârilerim. Bu düşünceleri taşıyan insana fakir fakirin çoğuluna ise fukara denir. Fukaralara ise genelde gerip insanlardır. Garibanlık onların şanındandır...
''İslamiyet Garip olarak başlamıştır ve bir gün gelecek yine Garip hale dönecektir. Bu yüzden Garipler mübarektir.''

Küçük yaşta ağlamaya başlayan fakirler vardır belki ,anlamaya ise büyük yaşta erişenlerdir:
''Fakire uğrayan ağlayış nefsten değil, kalpten gelir. Kalp insanın gerçek doğası ve gerçekliğin doğasını deneyimlediği bir yeteneğidir. Fakirin ağlayışı kalpten bir örtünün kaldırılması demektir. Bu da onun yaptığı i iş değil, Rabb'in işidir.Nitekim yalnız onun istediği kimseler gözyaşı döker. İşte bu yüzden Peygamber-selam ve bereket ona olsun- şöyle dedi, ''Ağlayın, ağlayamazsanız ağlamayı taklid edin, Allah'ın inayetiyle ağlayacak duruma gelirsiniz.'' Nefsin teslimiyeti böyle başlar.

...

''Fukaranın ulaştığı noktayı anlatmam için hiçbir şey beni önceden hazırlayamazdı. Çünkü onlar arasında öyleleri var ki insanlar arasında geçerli olan ölçülere vurulduğunda sahip oldukları derin ruh yeteneği ve gördükleri soylu eğitim anlaşılamazdı.Onların teslimiyeti, sadelikleri ve vekarları Görünmez'in bilgisi ve deneyimi yoluyla iki kat artmıştı. Onları tanımakla insanın biricikliği yüzünden ayrı tutulabilirdi ama burada bir insan topluluğu vardı ki, bunların her biri kendi ölçüsünde bir makam sahibiydi. Bu da bana insan varlığının doğasının ne durumlara geçebileceğini öğretti.''
''Peygamber'in sünnetiyle yüklü olabilmek için insanın bu adamlarla oturması, yemek yemesi, yürümesi yeterdi.Onlarla namaz kılmak paha biçilmez bir hazinedir.''

...



(Fas'ın Merakeş kentindeki Karaviyyun Camiinde İslam'a giren Ian Dallas, 
Abdulkadir adını alır. Kısa süre sonra Fas'ın Meknes kentinde Şazeli tarikatının Darkavi kolunun mürşidi Şeyh Muhammed Habib ed-Darkavi'ye intisab eder. Şeyh tarafından kendisine ''es-Sufi'' lakabı verilir. Gariplerin Kitabı'nda Ian Dallas'ın Abdulkadir es-Sufi oluşu sürecinde 1968 yılında yaşadığı tasavvufi serüveni anlatır.1970 yılına gelindiğinde tarikat içinde halife (=mukaddem) konumunda olan es-Sufi, İngiltere'de yaptığı "çalışma" sonucu dört Batılı'yı daha ''yol''a getirmiştir, 1970'te ABD'ye gider ve ardından bütün Avrııpa, Güney Afrika, Nijerya, Malezya, Endonezya ve pek çok Arap ülkesini dolaşır. 1971 'de tebliğini kabul ederek tarikata alınan insan sayısı 16' ya ulaşmıştır. O yıl 4 müridi ile beraber Şeyhiyle buluşmayı da planladığı Hacc'a gider. Ancak Şeyhi Hacc yolunda iken Cezayir'de vefat edince bu görüşme gerçekleşemez. 1974'de ABD'nin Kaliforniya eyaletinde verdiği ve Batılıları İslam'a davet için organize edilen seminer notlarından oluşan Muhammedi Yol adını taşıyan kitabı yayınlanır. 
   1976 yazında Londra'daki ünlü Hyde Park'ta insanları açıktan İslam'a davet etmeğe başlarlar. Aynı yı1 bağlıları ile beraber Londra'nın kuzeydoğusunda 100 mil mesafedeki Norfolk'ta , 10 yıl kadar yaşayacağı ''Müslüman Köyü"nü kurmağa başlarlar; 1970'lerin sonunda cemaatı, bu köyde modern hayata kafa tutan bir hayat tarzı üzerinde yaşayan ve İslam'ı kabul etmiş 200 aileye ulaşmıştır. Bu topluluk ortaya çıkan bazı güçlükler üzerine bizzat, Abdulkadir es-Sufi tarafından yavaş yavaş dağıtılır ve nihayet 1987 sonlarında İspanya'nın Granada şehrinde kendi tarikatı etrafında teşekkül eden müslüman topluluğun yanına hicret eder. (Abdulkadir es-Sufi'nin hayatına ilişkin burada verdiğim bilgiler Inquiry dergisinin Şubat 1988 sayısından aktarılmıştır. Bu nedenle 1988 sonrasında 1996 yılında İstanbul'da görüşmemize kadar geçen son 8 yıl içerisinde Şeyh'in hayat seyrindeki değişimi hakkında ayrıntılı bir bilgim olmadığını belirtmeliyim.)
   Gariblerin Kitabı'nda Londra'da bir üniversite kütüphanesinin "İslam Yazmaları" bölümü sorumlusunun -ki yazar Ian Dallas'tır bu kişi- duvarda asılı bulduğu ve "Berekatü Muhammed" yazısını içeren bir kufi istifin anlamını çözmeğe çalışırken başlayan ve nihayet Fas'ta İslam ile tanıştıktan kısa bir süre sonra zahiri İslam'ın derunundaki batıni gerçeklik yani tasavvuf; en somut ölçüleri ile en soyut boyutlarına hayret verici bir beceriyle ulaşılarak anlatıldığı tasavvuf var. Bu ifadelerimin ne derece hakkı teslim ettiğini anlamanız için yanda kitapdan "denizden birkaç damla su" misali vereceğim alıntılara göz atmanız yeterli olacaktır.
   - Bu yazı Yeni Şafak gaztesinin 28 Kasım 1997 Cuma günkü nüshasında yayınlanmış olup http://www.sufi.20m.com internet adresinden alınarak düzenlenmiştir)

Abdülkadir-es sufi hazretlerinin yönettiği bir zikir meclisi izlemek isterseniz:

http://www.youtube.com/watch?v=wwSom1ksOvw

1 yorum:

  1. ian dallas ın "gariplerin kitabı" nı ben de 20 yıl kadar önce ödünç alıp okumuş ve çok beğenmiştim. şimdi o kitabı eski basımıyla elde etmek istiyorum. bana yardım edebilirmisiniz. şule yayınlarının kini istemiyorum. daha doğrusu ismet özel çevirisi olmazsın istiyorum.

    YanıtlaSil