23 Eylül 2012 Pazar

Münib Engin Noyan-aşk düşünce yollara...























Bir hikaye ki; hikaye-i Rabia..

‘aşk yollara düşünce…’ 2 kitaptan oluşuyor. İlki Hikaye-i Bilal ikincisi ise Hikaye-i Rabia.
2 sene bekledim Hikaye-i Rabia’yı.Hikaye-i Bilal’i okuduğumda -2010 da basılmıştı ilk baskısı-dimağımda kalan tadı hiç unutmayayım diye periyodik olarak düşünür ve acaba ne zaman yazacak yazar Rabia’nın hikayesini diye heyecanlanırdım… zannederim ki bu süreç kitap ile ilgili beklentimi biraz yükseltti. Yanlış ifade kullanmış olmayayım beklentimi karşılamadı değil Rabia’nın hikayesi. Fakat kitap bitince ‘yani şimdi bitti mi?’diye mırıldanmış bulundum.
Aşk Yollara Düşünce adından da anlaşılacağı üzere bir aşk hikayesi Rabia ve Bilal’in aşkı… 

Aşk birlik demektir,bir olmaktır zannımda o yüzdendir ki iki kitap arasında kıyaslama yapamıyorum. İki kitap bir aşk nezdimde..İkisi de bir gönlümde.

Kitap,Profil yayınlarından çıkmış ve Münib Engin Noyan hocamın o müstesna üslubuyla önümüze serilmiş adeta. Hiç birseyi olmasa kitabın sırf şu endam-ı lisanı için okunur diye düşünüyorum. Öyle naif…öyle latif…
Roman için,İslami kesimden iki gencin hikayesinin kitabı desek sanıyorum yanlış olmaz. Yani bir Canan Tan veya Ayşe Kulin romanlarının aşk  esamelerini,entrikalarını aramaması için muhterem kârilerin…

Tek bir nefes alır ya bazı romanlar…Bilal’in de,Rabia’nın da hikayeleri kesinlikle tek nefeste okuduğum hikayeler oldu.
Engin Noyan hocamın güçlü kurgusu yine mevcut. Bunda Tiyatro Bilimci olmasının bir payı var mıdır bilemiyorum. Ve yalnız bu kitabını kastetmiyorum.

Kitap dan bu fakire ne pay düştüğünü sorarsanız. Şöyle önemli bir meseleye,şu bakışı yakalamak düştü veyahut şu bilgileri,kavramları öğrendim tarzı bir edinim söyleyemem. Yalnız dimağıma hoş bir esinti,kalbime bir ümit ve yemeğime bir dua düştü.

Bir yemek duası,sıcacık aş(k) kokulu :
….ekele ta’amekumu’l-ebrar…ve eftera ‘indekumu’s-sa’limun ve sallet ‘aleykumu’l mela’ike..(yemeklerinizi iyiler yesin ve oruçlular sofranızda iftar etsin ve melekler sizin için istiğfarda bulunsun!)

Ve aşık yollara düşendir demiş Engin Noyan hocam şu şekilde açıklamış:

Hakikaten aşık olmadan önce ya da sonra! Mutlaka yollara düşersin!
Aşık olduğun kişi elini uzattığında ona dokunabileceğin kadar yakınında olduğu zaman da! Yollara düşersin… mutlaka…daha önce hiç bilmediğin tanımadığın yollara…birdenbire düşülüverilen yollardır insanı götüren hakiki aşkına! Belki de hakiki aşk hiç bitmek bilmeyen bir yol olduğu için! Ya da…
Ya da…yollara düşmek…ancak hakiki bir aşk yaşamaya liyakat gösterebilenlerin harcı olduğu için! İşte bu yüzdendir ki hakiki bir aşk yaşamaya liyakat gösterebilenlerin düştükleri yollar,hakiki bir aşk yaşamayı hak edenleri mutlaka birbirleriyle buluştururlar! Bir de şunu hiç aklından çıkartma: yol ancak yola çıkmadan önce ve yola çıkmayanlar için uzundur!
Yol*lardan hiç ayırmasın mevlam bizleri…amin.

Uzun zamandır rüyalarım ile ilgili ne yapacağımı bilemez bir halde dolanırken çözüm Engin Noyan hocamdan geldi.Bu fakire fikir oldu belki sizlerde(yani rüya yorumlatması baba*sı tarafından yasaklanmış tüm evlatlar…) faidalanırsınız...
Bir medrese hocasının öğrencisine tatlı sert kızışıdır naklettiğim….

Siz yalnızca ehl-i ilimden değil,aynı zamanda ehl-i irfan ve de ehl-i hikmetten olmak halis niyetiyle bu medreseye talebe oldunuz. Dolayısıyla avama mahsus hal,tavır ve taleplerden titizlikle imtina etmeniz gerekir! Her rüya Rabbimizden,celle şanuhu,gelen çok hususi,zata mahsus bir ikramdır. Öylesine zata mahsustur ki,adeta o rüyayı gören kişinin fıtri hususiyetlerine,ruhunun inceliklerine ve derinliklerine göre binbir itinayla seçilmiş ipliklerden binbir itina ile dokunmuş bir kumaş,sonra da o kumaştan binbir itinayla biçilip dikilmiş bir fistan,bazen de bir kaftandır. Demem o ki efendi oğlum,her rüyanın konuştuğu lisan da tıpkı o rüyanın kendi gibi zata mahsustur! O lisanı en doğru şekilde anlayabilmek ise ancak o lisanı en iyi bilenin harcıdır. Adına rüya denilen büyük ve serapa mucize olan bu İkram-i İlahi’nin şükrünü ehl-i hikmet ve de irfan,rüyasını bir başkasına tefsir ettirerek değil,üzerinde tefekkürde bulunarak eda etmelidir! …
Her rüyanın bir menzili vardır. Bu menzillerden kimi pek kısadır,kimi bir hayli uzun. Menzili kısa olan rüyanın hikmetini keşfetmek nisbeten daha kolaydır. Zira zihinde ve gönülde bırakmış olduğu iz henüz tazedir. Amma uzun menzilli rüyaların hikmetini keşfetmek,araya zaman,çeşitli hadiseler ve başka başka rüyalar da girdiği için,ehl-i ilim,ehl-i irfan ve de ehl-i hikmet için dahi zor,pek zordur! Size acizane tavsiyem,rüyalarınızın kaydını tutmanızdır. Bir defter tahsis ediniz rüyalarınız için ve gördüğünüz her rüyayı zihninizde,gönlünüzde bırakmış olduğu iz henüz tazeyken,sıcağı sıcağına o deftere kaydediniz. Hem çok faidesini görür,hem de aksi halde gözünüzden kaçaçak olan,hatta farkına bile varmayacağınız nice mucizeye şahit olursunuz!
Kim bilir kimilerimiz başlamıştır bile…;)

Ve kitabı 5 dakikalığına bırakıp beni tefekküre daldıran o paragraf:

Mutlaka karşılaşmamız gerekene tesadüf ettiğimizde bir gün,ona bir şekilde tesadüf edebileceğimizi çok iyi bildiğimiz ve hatta hasretle beklediğimiz halde hala şaşırıyorsak,bu ehl-i irfandan olamamışız demektir bunca yıl sonra bile!
Fe subhanallah!
(Halbuki ‘hayretimi arttır Mevlam’ diye dua ediyoruz diye geçirdim içimden. O halde hayretime üzülmeli mi,sevinmeli miyim şimdi ?)

Bu kitaptan da nacizane nasibime düşenler bunlardır ey kâriler…


NOT:
Bazı kitapların bazı müzikler ile ahengi vardır.
Kitaptan alınan feyzi arttırabilir.
Kitabı okurken dinlediğim parçadır; Aşk masalı, Göksel Baktagir’den.
Buna vesile olan Efendim’e ise borcum; Eyvallahım’dır…
Eyvallah Efendim…

20 Eylül 2012 Perşembe

Senai Demirci- Öldüğüm Gün






Güleç bir insan olduğum söylenir eşrafdan.
Yüzümdeki mütebessim hal hoşuna gitmiş olacak ki ,‘Ölüm sana gülücük olsun’ diyerek noktalamıştı Senai Bey Hocam o gün ki sohbetimizi…
Allah’ım ne güzel bir dua idi bu diye iç geçirmiştim.
Kabul,makbul buyur ya Rab! Senin rızalığın için taşıdığım mütebessim ifademi ölümüme karşıda bana takındır. Amin.

Sohbetimizin son demleri  yeni çıkan kitabı;Öldüğüm Gün olmuştu.
Öldüğüm Gün Senai Hocam için farklı bir kitap,çünkü bir roman efendim…İlk roman.
Nicedir aklımda olsada edinememiştim ,kitabı o gün fırsatdan istifade edindim . Okumaya başladım taa ki şimdiye kadar! O ünlem nedir mi? O ünlem şunu ifade ediyor ki kitabı bitirmem hayli vaktimi aldı. Kolay kolay her kitap da olmayacak kadar zorlandım.Bitirememe sebebim benden,yoğunluğumdan değil a dostlar kitaptan...
Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları’nı okurkende aynı hissiyat ile bitmesini dilemiştim. Ve Nazan Bekiroğlu Hanımefendi Hocam da bunu biliyor olacak ki Nun Masalları’nın okuyucusunun yeri başkadır dermiş. Okumasının ne kadar zor olduğunu kastederek.
Her yazarın sanıyorum böyle bir kitabı bulunuyor. Senai Hocam'ın bir çok kitabını okumuş biri olarak böyle bir kitap ile ilk defa karşılaştım ve içimden;bu kitap da Senai Hocam’ın okuyucu eleyebileceği kitabı olmuş diye geçirdim.
Senai Hocam’ı ne kadar sevdiğim Rabbim’e mağlumdur. Fakat ismimin hakkaniyeti de yine Rabbim'den bana mağlumdur. O yüzden haddimi aşmadan kitabı beğenmediğimi söylemek üzerime vebaldir. Belki de bu fakir nasipsizdi bu kitap nezdinde bunu da gözden kaçırmamanızı temenni ederim.
Peki neden beğenmedim?
Çünkü kitap roman gibi değil,keşke hocam hep yaptığı gibi deneme türünde yazsaydı ;ölümü ve ölmeden önce ölmeyi..
Zaten adından da anlaşılacağı üzere ‘deneme(k)’…biz ölmeden önce ölmeyi henüz deneyebiliriz. Bunu yaşayamadığımız için de roman olup karşı  tarafa hissetirilmesi çok zor bir olay. Hissettiremediğiniz bir konu da ne kadar roman olabilir sizce?
Bir konsantrasyon sıkıntısı var gibi keza kitap da kitabın akışını gerçekten çok etkiliyor.

Birbirinden bağımsız 3 karakter Rüya,Yaşar ve Yazar’ın hikayeleri anlatılıyor romanda. Aslında anlatılan sadece Rüya karakteri gibi çünkü Yaşar ve Yazar da biraz daha deneme boyutuna geçiyor hocam..(Oldum olası sevemem böyle bağımsız karakter hikayelerinin birleşimini fakat en sevdiğim romanlar hep bu şekilde olanlarıdır:) çünkü orada ‘romancı olmak’ işin içine giriyor diye düşünmekteyim.)
O düşünce aktarımı yaptığı yerlerdede çok fazla tekrar ediyor Hocam kendini… Aslında vermek istediği mesajı versede sanıyorum konu Ölmek olunca bu hal oluşuyor. Bilemiyorum.

Beklentimi karşılamasada ben,Nazan Bekiroğlundan Nun Masallarını, İskender Pala dan Kırk Güzeller Çeşmesini  okur bunlara birde Senai Demirci den Öldüğüm Günü eklerim. Çünkü saymış olduğum yazarlar benim nazarımda naz makamındalar. Diğer kitaplarının öyle hatırları var ki…

Kitap Timaş Yayınevinden çıkmış.Tashihi ile ilgili ciddi sıkıntı vardı. Özenilmemişlik gibi…

Velhasıl kârilerim daha ziyade haddimi aşacak bir cümle kurmadan kitapdan altı çizili notlar aktarmaya başlayayım.

Ölüm sonrasını anlatıyor olmamalı bu kitap diyor hocam.
Ölmeden önce ölmeyi anlatsın istiyor.
Konumuz ölüm bile olsa bildiğiniz üzere olmazsa olmaz halimiz; ikiliğimiz,ayrılığımız,taraflığımız…
Yine öyle bir noktaya değinmiş hocam kendisi hüsnü-zan penceresinde:
 ‘Eyüp Sultan’da Hacı Bayram’Da ‘’yılanlı çıyanlı’’ölüm kitaplarından bir sürü vardı. Din buysa,insanlar ‘Bir ölürsen yakarım seni!’’ tehdidiyle hayatlarına yön verecekti demek.İnsanı onurlu yaratan Allah,böylesi onursuz bir yaşamaya niye razı olsundu ki…’’Haşa’’ diye iç geçirdi. ‘’Benim bildiğim Allah sizin bildiğiniz gibi değil!’’diyen  Yakub’u hatıradı,Nuh’u hatırladı.
Sonra hatırladı Sevgili Söz’nü: ‘’Hiçbiriniz Allah hakkında güzel zanda bulunmadan ölmesin!’’
Bu hadise dayanarak da hocam Rabbiyle ilgili hüsnü zan hakkını,ölüm ile ilgili kısmında kullanıyor sanıyorum.
İnsanlar buradan kabir azabının olmadığını veya günahlarının bedelini ödemeyeceklerini zannetmemelidir. Yine sanıyorum ki hocamın buradaki maksadı avama karşı,ölümü ilmiyle araştırmış öğrenmiş müminin zaten çıyandan yılandan korkması söz konusu olabilir mi?
Fakat bu konu çok iki uç içeriyor ve insanı paradoksa sürüklüyor. Bir korku film senaryosu olduğu gerçek. Ama diğer taraf da çok mu iyimser bakıyor inanın çözemedim. Hadisler çıkınca dilim bağlanıyor.. Velakin Rabbimizle ilgili bu fakir de hüsnü zan etme taraftarı(korkuyu bırakmadan).

Yalandır dünya ama sınandığımız gerçek. Derin bir pişmanlığı besliyor avuntularımız. Sonsuz bir mahcubiyeti dokuyor ellerimiz.
İste bu yüzden ölümü ölmeden önce anlamalıyız. Anlayamayacağımızı bile bile anlamaya çalışmalıyız. Göremeyeceğiz ölümü ölene kadar;sadece gölgesi düşecek gözlerimize…

O gölge tüm hayatımızı kapladığında buraya ait hiç bir şeyden zevk alamıyoruz ya hani…

Avuçlarından döküldü varlık,gözünden düştü dünya. Öleceğini biliyordun elbete ama inanmadın hiç. Hep başkaları ölürdü sana göre. Öyle gördün. Hala da öyle görüyor yaşayanlar. ‘başkaları ölür’. Ben değil!’ Bugün’ öleceklerine inanmıyorlar;’yarındır ölüm’diye avunuyorlar. Oysa yaşamak bugünde ölümde bugün.

Avuçlarından döküldü varlık,gözünden düştü dünya…Bir malınıza çok mu değer verdiniz hemen öldüğünüzü düşünün,nasıl dökülüyor o varlık avuçlarınızdan değil mi? Veya en sevdiğimiz varlıkların(anne-baba-eş-yar-evlat) öldüğünü düşünelim nasıl düşüyor dünya gözümüzden,hiçbir ehemmiyeti kalmıyor. Ölüm böyle yaman bir şey,matematik de sıfır rakamına yutan eleman deriz,ölümde aynı sıfır gibi geliyor bana yanına ne kadar büyük haneli bir rakamda gelse sıfıra  çarptığı anda yutuluyor…

Öldüğüm Gün’ün beni en etkileyen sahifesinde bir şekil,şekilde bir mana,mana da bir sevgili...
Bu şekli çizmenin sünnet olduğunu söylüyor Yazar hanımına açıklamasını yaparken,ilk kum taneleri çizmiş bu şekli; ismi Sünnet Çizgisi. Peygamber Çizgisi bu.
Ogün rüzgar sıcak esiyordu. Peygamber eline bir çubuk aldı. Çölün boğucu uğultusu üzerine serin su gibi dökülmek üzereydi sözleri. Çubuğun ucunu kumlara daldırdı. Bir çizgi çizdi. Birkaç kum tanesi uçuştu havada. Sonra bu çizgiyi kesen bir çizgi daha çizdi. Bu daha kısaydı. Sonra üç dört tane daha kısa çizgi çekti birinci çizginin üstüne. Çizgilerin hepsi ilk ve uzun çizgiyi diklemesine kesiyor,sağlı sollu uzanıyordu.
Sonra kısa çizgileri bir kare içine aldı. Ama ilk çizginin ucu karenin dışına taşıyordu. Herkes nefeslerini tutmuş,bu çizgilerin fısıldayacağı sırra gözlerini dikmişti.
‘İşte insan bu…’dedi ilk çizdiği çizgiyi gösterirken. Uzun ama kolayca silinebilen bir çizgi. Kumlar üstünde. ‘Şimdilik’ seçilebilen bir yara gibi toprağın göğsünde. Az sonra hafif bir meltemin bile süpürebileceği zayıflıkta. Haşin çöl rüzgarlarının avucunda bir ümit heykeli gibi cılız,mecalsiz.
Çizgiyi her yanından saran karenin adını koydu sonra. ‘Bu da ecel…’dedi. Unuttuğumuz için az ağladığımız,unuttuğumuz için çok güldüğümüz o amansız kuşatılmışlığı okadar berrak gösterdi ki. Fısıldadı hepimize: ‘Her tarafımız ecel ile sarılı.’ Çizgi yani insan uzun emellerimizle kareyi delip geçeceğimizi sanıyoruz. ‘Bu da inanın emeli…’dedi çizginin dışarı taşan kısmına; ‘İnsan çizgisi’ ‘ecel’in ötesine uzanıyordu.Peygamber,insanın kendi ecelini aşan emeller beslediğini çizgi çizgi gösterdi arkadaşlarına.
Okadar uzun ki emellerimiz;nefesimizin yetmediği yerlerde huzur arıyoruz. Ayağımızın değmeyeceği yörelerde mutlu olmayı umuyoruz. Dört yanımız duvarla çevrili oysa. Dört yanımızda dört ayna. Aynaların ortasındayız şimdi. Aynalar birbirine sonsuzluk vaat ediyor. Sığ yüzlerine yalan söyleye söyleye derin olduklarına inandırıyorlar biribirlerine…
Şimdi karenin içinde kalan,insan çizgisini kesen şu kısa çiziklere bak. İnsan çizgisine gelip dokunuyor,gelip geçiyorlar.’İşte bunlar da insana isabet eden musibetlerdir’demiş Peygamberimiz.’Bir musibet oku yolunu şaşırarak insana değmese bile,diğer biri değer. Bu da değmezse sonunda ecel oku değer.
Üzerine, bu aciz daha fazla kelam edemiyor tefekkür alemine dönüyor…
Gözünüzün,vaktinizin belkide göynünüzün hakkına girmiş olduk helal edin inşaALLAH…