23 Ekim 2012 Salı

Nar Ağacı- Nazan Bekiroğlu




Simdi yuregimi isitacak bir cift kelamdi lazim olan,Nazan Bekiroğlundan...
Fakat kitabini bitireli cok oldu... Kitabi tanitan yazimi ise beklettikce bekliyorum. Gunlerdir Settarhan dede ile Azam'ın durumunu düşünüyorum. Settarhan dede Zehra nineyle evlendi fakat ya O'ndaki Azam... 
Ya Zehra nine,Celil Hikmet beye asik olmamış mıydı?...

Bunlarda kim mi diyorsunuz? 
Nazan Bekiroglu'nun son romani Nar Agaci'nin kahramanlari.

Maglum O;kaleminin mürekkebi ask olan yazar...
Yine ask akmis hocamin kaleminden. 
O yazarken bu fakir hayat buluyor adeta... İçimdeki seyyah ise gezilerine hep ortak.

Nar Ağaci seyehâtname tadinda yazilmis bir roman. Tebriz, Yezd, Trabzon, Bakü,Tiflis,Batum,Taht-ı Süleyman derken Birinci Balkan Harbi'nde buluyorsunuz kendinizi...
Balkan harbinin bas kahramanlarindan Rusya... Her millet Rusya’ya karşı diş biliyor;Cerkesler, Acemler,Azeriler,Türkler...Her birinin derdi o ara sadece kendine, herkes kendi canının derdinde…
Batının kargaşası doğuyu da vuruyor,içeriden vuruşlarla hemde.Aralarında ise Rusya’yı en fazla tanıyan,ceremesini ise çook önceden çekmeye başlayan millet;biz Çerkesler. Balkan harbi öncesine denk geliyor bizim vatanımızdan sürülüşümüz. O zamanlar Rusya henüz bölünmemiş, Osmanlının son demleri,en acı günleri…
Hasılı harp günlerinin doğru tarih ile anlatılışıyla birlikte kültürler arasında geziniyorsunuz.(Bu kültürlerden birinin, ucundan sizin kültürünüze değişi ne hoş imiş.)
O harp günlerinin en büyük acılarının yaşandığı muhacirliğe gelince ise düğümleniyorsunuz. Nasıl dügümlenmezsiniz ki, fıtrat olarak yaradılışımız muhacirlik üzerine kurulu. Hangimiz anavatanından ayrılmadı? Vatan denilen toprak parçasi degil ki! Biz daha bezm-i ezelde ayrılmadık mı anavatanımızdan,ruhumuzun vatanından.Ayrılıklara zaten alışkın değilmiyiz galu beladan.
Bir ayrılık yetmezmiş gibi bir defa daha…bu sefer gözünün gördüğü, elinin değdiği,gönlünün kaydığı her şeyi terkedip çıkıyorsun muhacirliğe...Heyhat! Allah'ım nasıl günlerdi o günler.
Kıtlık... İnsanlar açlıktan kırılıyor. Kıtlık yetmezmiş gibi bir de kolera kırmaya devam ediyor. Yollarda başlarına gelmeyen kalmayan;yaşlıca hanımlar,evlatlar,torunlar...Bitmeyen yollar...

Bu fakir bilmedi hic muhacirligi ,yalniz anneannesinden de az dinlemedi...Muhacirlik hatırası biliriz ancak.Balık kültürünü bilmeyiz ailece hatıra olarak.( Kafkasyadan sürülürken,karadeniz üzerinden Osmanlı’ya gelen Çerkesler,karadenizin hırçınlığında çok zaiyat vermişler bundandir anneannem bir gün balık koymamış ağzına." Onlar(balıklar) benim kardeşlerimi yedi"düşüncesinden.)Bir nevi milletine karşı vefasıdır bu nazarımda, alzhheimer olmak uğruna...Muhacirlikten kalan vefa mirası olarakta aktarılmış nesillere.
Vatanından kopmanın ne demek olduğunu bu fakir gibi nenesinden-dedesinden öğrenen ve bunu hissedebilen bir yazar Nazan Bekiroglu. Sadece hissetmeyip hissettirebilen ayrica. 

Öyle ilmek ilmek örüyör ki romanini da. İste bu yağmurlu ve soğuk günde aranan,içinizi ısıtacak bir kalem haline geliyor. 

Kitapta bir cümle var ki görünce ‘etmeyin hocam’ diyorum. Hafız-ı Şirazi’nin Divan’ından en sevdiğim o cümle :
Dedi: Hafız bu da geçer.
Şaşırmıyorum.(Çünkü en sevdiğim kitapların en sevdiğim satırlarını seçer genelde hocam.)
Lakin bir cümle var ki; çocukluğumda ilk ve tek babamdan duyduğum babamın kendince ünlü olan cümlesi: ‘Sen ölmeyi bayılmak mı zannettin?’diyor hocam
Bu sefer hayretimden ancak 'Eyvallah' diyebiliyorum.

Nar Ağacı’ndan çok sayıda altı çizili cümle aktaramayacağım muhterem kârilerim. Bu kesinlikle altı çizilecek satır içermediği anlamına gelmiyor keza. Zira bu kitabın vuruculuğu cümlelerle değil daha ziyade kurgu ile ve dimağda bıraktığı tad ile sağlanıyor denilebilir bu fakir adına…

Yanılmıyorsam Settarhan dedenin duasıydı dua defterime not ettiğim :‘Bilirim ki kader yazılmış,defteri dürülmüş kaldırılmış,mürekkebi de kurumuştur. Ama her an yaratma halinde olan da Sensin. Öyleyse Sen yazılmış kaderleri bile geri çevirirsin. Benim kaderim işte az önce geldi,karşıma dikildi. Çevirme benim kaderimi geri. Onu bana çok görme.’
Allah onu sana çok görmedi Settarhan dede,bunun böyle olduğunu sende biliyorsun değil mi?
Hani Piruz’un babası demişti ya : Bu dünyada çaresiz dert yoktur oğlum  yeter ki karşılığında feda edebileceklerin olsun.’ diye onlar dertlerine feda ettiler seni.Ama,ne dert!: Aşk…Sana,bana hepimizin feda oluşuna değer be Settarhan dede… Aşk olsun O’na feda olsun…
Hem ki sen duymaz mısın Hafız’ın: Hafız kederlenme. Ulu Tanrı bir kapıyı açmadıkça bir kapıyı kapamaz.’ deyişini.
Ve biz Aşk’a meftun olurken öğrenmedik mi ki ;
Bu kadar sert sınanmak için ortada çok büyük bir aşkın olması gerekti; Allah’ın kuluna aşkı. Ne kadar çok sevildiğini mi bilmek istiyordu? Ve ki bunca sert bir sınavı da ancak kulun Allah’a duyduğu aşk katlanılır kılabilirdi.’
Bu yüzden başımıza ne gelirse Aşk’tan deyip Hu çeker de acının Rabbine hamd etmezmiyiz…
Ne güzeldir Hu'nun makamı...

Velhasıl-ı kelam;Nar Ağacı nacizane tavsiye edile a dostlar.


7 Ekim 2012 Pazar

Aşka Dair- İskender Pala








İskender pala hocamın son kitabı Aşka Dair…

Aldığım duyumlara göre bir roman yazmakta idi konusu ise emin olmamakla birlikte bir Osmanlı paşasıydı(ismini hatırlayamıyorum). Ben o romanı bekleyedururken Aşka Dair çıktı. İsmini görünce aklıma direk Kitab-ı Aşk geldi hatta ne yalan söyleyeyim umarım benzer bir kitap olmamıştır diye düşündüm. Düşüncem de haklı çıktım mı? Kısmen evet… Yine bir deneme kitabı ‘aşk’üzerine..
Kitab-ı Aşk kadar etkileyici ve güzel olmasa da ...

Aşka Dair de yazar daha ziyade tasavvuf da ki aşk boyutuna deyinmiş. Bunu yaparken de  Fuzuli’nin ve Bizim Yunus’un beyitlerinden istifade etmiş.Deneme tarzında yazılmış. Kitabın genelinde beyitlerin, günümüz Türkçesindeki manalarının anlatımı mevcut diyebiliriz. Beyit seçiminde hocamın Yunus Emre’ye olan hayranlığı bir kez daha görülmekte,ancak Yunus Emre ile ilgili ne kadar şey yazılırsa yazılsın,hocam OD ile bence noktayı koydu.. Üzerine Yunus Emre ile ilgili kim(kendisi dahil)daha ne yazabilir diye düşünmekteyim.

Kitap Kapı Yayınlarından çıkmış her zaman ki gibi.Kapı Yayınlarının fiyat prosedürlerini oldum olası merak etmişliğim var, hep bir daha pahalı gelir bana. Fakat son zamanlarda okuduğum tashihi en iyi yapılmış kitaptı. Bu İskender hocamdan mı kaynaklıdır yayınevinden mi bilemiyorum ancak sanıyorum titiz çalışma durumları bize fiyat olarak yansıyor :)

Velhasıl-ı kelam bu fakir İskender Pala klasörüne bir kitabını daha ekledi.Ancak size ille de sizin kütüphanenizdede bulunsun diyebileceğim bir kitap değil Aşka Dair.Eğer aşk ile haşır neşirliğiniz daha öncesinden varsa ve aşk üzerine kitaplar okuduysanız tabi. Yok aşk üzerine ve gerçek aşk üzerine daha öncesinde hiçbir tefekkürünüz bulunmadıysa ozaman tabiki edinilebilir bir kitap.

Birkaç kıssa var ki paylaşmak isterim ey muhterem kâriler…

Leyla’nın Mecnun’u
Mecnun bir fırsatını buldu, Leyla ile baş başa kaldı. Leyla da ondan bir dilekte bulundu.
''Ey aşık! Neyin varsa getir!..’’
''Aay yüzlü!.. Senin aşkınla ne suyum kaldı,ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan,ne geceleri gözümde uyku.aşkın aklımı yağmaladıktan sonra her şeyim birer birer gitti. Şimdi sahip olduğum tek şey yaralı bir kuş olan canım. Senden bir emir bekliyorum. Ver dersen hemencecik vereyim.
Leyla güldü bu sohbete. Sonra sitem etti.
''A yiğit!.. Ben senden bunu ne vakit istersem alırım,başka neyin var?!.’’
Bu söz üzerine Mecnun,partal giysilerinin eprimiş yakasından çıkardığı bir iğneyi Leyla’ya sundu:
''Vallahi, varlık aleminde malik olduğum tek şey işte bu. Bundan başka hiçbir nesneye sahip değilim. Bunu taşımamın sebebi ise yine sensin a gönlümü alan!.. Çölde,ovada,dağda,kırda senin hayalini izlerken çok düşüyorum;dikenler ayağıma batıyor. İşte bu iğne onları ayaımdan çıkarmak için.’’
Mecnun ,Leyla’nın kendisine acımasını beklerken Leyla sitem etti:
''İşte ben tam da onu arıyordum. Aşkta gerçek isen bu iğne sana nasıl layık oluyor,a perişan âşık!.. Bencileyin bir güzelin peşindeyken ayağına diken batsa o dikeni çıkarmak doğru olur mu? Eğer o dikeni çıkarırsan,seninkine vefa derler mi?!.. Sevgili yolunda ayağına diken batan aşık,onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir? Gül fidanı,bir gül elde etmek için bir yıl dikenlere sabrediyor da sen gül fidanından da aşağı mısın yoksa? Leyla’nın aşkıyla ayağına batan diken,onun başkalarına armağan edeceği yüzlerce gül demetinden daha değerli değil midir?’’

Heyhat! Ne denir ki…
Sanıyorum bu zamanı düşünüp Ahmet Kaya dan ‘ ne sen Leyla’sın ne de ben Mecnun…’ en denilesi şey gibi duruyor…


Yine Mecnun’un bir duası dokundu bu garip yüreğe:
Aşk her âşıkın kalbinde eskiyor; Leyla’ya olan aşkım ise ben yaşadıkça tazelenmekte…
Rabbim! Artık beni ona sevdir,veya bana onunla şifa ver. Yoksa kalbimin çektiği çileden artık dinlendirileyim Rabbim!

Rabbi kabul etti Mecnu’nun duasını;hem Leyla da karşılık buldu aşkı hemde kalbinin çilesi öyle bir dinlendirildi ki sonrasında Leyla’yı bile tanımadı…
Allah tüm gerçek âşıkların duasını kabul etsin. Amin.


Allah’a karşı vefakar olmanın hallerini şöyle anlatmış yazar:
Avam için vefanın adı ‘ibadet’tir. Aydınlar için vefadan kasıt ‘ubudiyet’tir.(hakiki kulluk,aşırı bağlılık). Havas için ise vefanın adı ‘ubûdet’(sevgili için kendinden vazgeçmek)olmuştur. Bu kelimelerin hepsi abd(kul) kelimesinden türemiştir. Bu da bize hangi derecede olursa,olsun kulluğun (âşıklık)vefadan ibaret olduğunu anlatır.

Niyazi-i Mısri den müstesna bir beyit öğrendim dilimden eksik değil…
Âşina-yı aşk olandan ah u zar eksik değil
Keşti-i bahre demâdem rüzigar eksik değil


Söz ola…
Yunus,

Keleci bilen kişinin,yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin,işini sağ ede bir söz

diyor. Atalar da demişler ki ,'kişi sözünden bilinir ve güzel söz yüz ağartır.'
Onlara göre sırf söylemiş olmak için söz söylemek hamakattan sayılırmış. İşte çağımızın salgın hastalıklarından biri bu söz hamakatıdır. Oysa ki ''söz ola kese savaşı,söz ola bitire başı’’dır. Meşhur hikayedir;sultanın biri düşünde dişlerinin döküldüğünü görmüş. Önden arkaya doğru ağzında hiç diş kalmamış. Dehşetle uyanmış ve derhal ülkesinin en iyi rüya yorumcusunu huzuruna getirtmiş. Adam rüyayı dinledikten sonra telaşlanıp’’ eyvah hünkarım,eyvah!..’’demiş,''gördüğünüz rüya bir felaketi gösteriyor. Çocuklarınızın her bireri ölecek!..Allah size sabır versin!..’’ hükümdar duyduklarından sonra çok üzülmüş. Bu yoruma göre evlat acısına dayanmak bir yana ülkesi de başsız kalacakmış. Öfkesi başından aşmış ve bu üzüntülü haberi kendisine veren adama gazap edip attırmış zindana. Çeksin cezasını!..
Günler geçtikçe padişahın içine bir umut düşmüş. Nihayet bu bir rüyadır ve belki başka türlü yorumu da vardır. Bu sefer başka bir yorumcu çağırtmış. Bu gelende rüyayı sonuna kadar dinlemiş. O da önce üzülmüş ama sonra şöyle anlatmış:
''hünkarım rüyanız mübarek olsun. Allah size öyle uzun bir ömür bağışlamış ki,evlatlarınızın hepsinden uzun yaşayacak,onların mutluluklarına şahit olacaksınız.’’
Padişah duyduklarından dolayı gayet mutlu,tabirciye de ihsanlarda bulunmuş.
İşte buyurun ağulu aşı bal eden bir söz. Şüphesiz ilk yorumcunun sözleri doğrudur,lakin hem incelikten yoksun,hem de mahalle ve devrana uygun değildir. Eskilerin ‘küllü makamun makal’( her makamın uygun bir sözü ve üslubu vardır) buyurmalarındaki hikmet burada kendini gösterir. Çünkü ''kişi bile söz demini,demeye sözün kemini’’dir. Eğer sözün demi(zamanlaması) bilinmezse ne kadar güzel söylense söz kem(kötü) sonuç doğurur. Buna mukabil yerinde ve uygun söylenen söz cehennemi cennet gösterebilir,hatta belki orayı cennete çevirir. Sözü üsluba uygun ve sanatlı söylemek bu bakımdan önemlidir. Sözün inceliklerini bildikten sonra her söz savaş kestirir,her söz baş bitirip can katar. Acıların tesellisi de, zehrin şekere dönmesi de bu sayede mümkündür.

Sözlerinden öz,kelimelerinden kelâm akan insanlardan eyle bizi...
 

Neden ‘bufakir’ dersin kendine diyen dostlara bu fakirden  değil de İskender Pala hocamdan geliyor el-cevap,buyur edin o halde:
‘el-Fakru fahri (fakrım fahrimdir;fakirliğimden övünç duyarım) buyurması efendiler Efendisi’nin ne mana taşır?
Fakr kelimesine sözlüklerde her ne kadar ‘’yoksulluk’’ karşılığı veriliyorsa da tasavvufun bu yoksulluktan anladığı asla miskinlik demek olmamıştır. ''Fakr’’ fakir olmayı değil müstağni bulunmayı tanımlar. Çünkü herkes gibi Müslüman’ın da Allah’ın yarattığı,ihsan ettiği nimetleri meşru surette kazanıp tatmaya hakkı vardır. Bu hakkı kullandığı vakitte onları kendisine ihsan eden Müteal’e şükrederken aslında bütün bu nimetlerin fani olduğunu bilir ve onlara bağlanıp kalmaz. En büyük nimetler ve servetler karşısında bile kimliğini,insanlığını kaybetmez,bilakis insanlık şeref ve haysiyetini o nimetlerin üstünde tutar. Dünyalık nimetler için insani ve ahlaki özelliklerden kıl kadar sapmaz;yokluğa düşse bile aynı ruh yüksekliğini muhafaza eder.Bu onun için yeterli fakr hali ve dervişlik yoludur. Dervişin yoksulluğu maddi imkansızlık değil,bilakis bütün imkanlara sahipken yoksul gibi yaşamasıdır. Yani her nimet elinizin altında iken o nimete erişemeyenleri de hatırlamak,böylece gerçek malik sahibinin Allah olduğunu idrak etmek… O halde fakr, insanın kendisini daima Allah’a muhtaç bilmesi halidir. Böyle bilirse varlıklı olmak ile yoksul olmak arasında fark gözetmez,varlıklı iken de yoksulun halinden anlar,bilir yoksul gibi yaşar. O yoksul gibi yaşayınca da iç dünyası zenginleşir,derinlik kazanır,olgunlaşır ve kemale erer.
İşte bu yüzden;ene’mden sıyrılmak adına ‘bu fakir’ diye nitelendiriyorum kendimi ve her seferinde gerçek bir fakr sahibi olabilmeyi diliyorum …

Son söz olarak Muhiddin Arabi'den diyeyim ki size:
Muhabbetin nihayeti aşktır…

Muhabbetle...

Sufinin Yolu- İdris Şah




Sufinin Yolu…

İdris Şah tarafından yazılan Sufinin Yolu;sufi olmak isteyenlerin ve olmuşların yolunu anlatan bir tasavvuf kitabı. Zaten yazarı da ‘bu kitap genel okuyucuya sufi fikirlerinin zenginliğini ve kapsamını göstermeyi amaçlar’ diyor.Yazarı İdris Şah,klasik manevi öğretileri,modern anlayışa en iyi uyarlayabilen yazar olarak tanınıyor. The Times kitap hakkında ‘’Aydınlanmak isteyen herkese müthiş bir hediye’’ diye bahsediyor. The Observer’a göre ise ‘’Keşke herkes bu kitabı ilk kez okumanın keyfini defalarca tadabilse’’ şeklinde nitelendiriliyor.

Her iki yoruma da katılıyorum. Tasavvuf hakkında temel olarak malumat sahibi olmak isteyen,kavramları öğrenmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim nacizane. 


Kitap bir inceleme kitabı. Fakat öyle ilmek ilmek örmüş ki yazar incelemelerini sizi asla sıkmıyor. Bilakis devamını merak eder edada akıyor kitap. 
Yalnız çevirisinin daha iyi olabileceği kanaatindeyim. Çünkü aktarım yapılan kıssalar,şiirler okadar derin ki çok iyi bir çeviri eşliğinde o derinlik korunabilir gibi ancak.

Kitaba doyamadığımı söylemeliyim. En kısa zamanda tekrar okuyacağım kitaplar arasında olacağı kesin. The Observer gazetesinin ne demek istediğini çok iyi anlıyorum çünkü dimağımda kalan tad;bu ilk okuyuşa has bir şey gibi.Bir daha ki sefere daha net olacak,oturacak o tad farkındayım,şimdi ise tabir-i caizse allak bullak. Okuyucuyu allak bullak eden kitapları seviyorum çünkü sizin baktığınızdan çok farklı bir bakış açısı gösteriyor size. Bu yüzden olacak ki;ilk okuyuşta şaşkınlık ve anlama çabası ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Elif Şafak hanımefendi bir çok kez ısrarla bu kitabı önermişti köşesinden. Kütüphanemde olan fakat okumaya bir türlü nasibimin olmadığı bir dönemdi. Kısmet şimdiyeymiş, ben kitapla tanıştığıma çok memnun oldum umarım sizde aynı memnuniyet ile okursunuz.

Sufiliğe,bilgiye yaklaşmayı bilmeden bilgi edinmeye çalışarak değil,öğrenmeyi öğrenerek yaklaşılır deniyor. Kitaptaki özet vurgudur bu cümle. Bu ‘öğrenmeyi öğrenmek’ işi ise tam bir muamma olarak önümüzde kalan oluyor kitaptan…

 
Altı çizili satırlarım oldukça yoğun…

Nuri Mevcudi’den tefekkürü bol bir söz naklediğim öncelikle:
Sufi,gereğinde başkalarının yaptığını yapandır. Gerektiğinde ise başkalarının yapamadığını da yapandır.

Günümüzde tasavvufun ilgilendiği şey ile ilgili ciddi bir sapmaya kayıldı mağlumunuz,ona istinaden bir söz:
Tasavvufun ilgilendiği öğreten kişi değil öğretilen şeydir.

Her şeyi anlamaya çalışan anlayamadığını reddeden biz aciz okumuşlara İmam Gazali den geliyor el-cevap:
Bir çocuk,bir yetişkinin bilgileri hakkında fikir sahibi değildir. Sıradan bir yetişkin,okumuş kişinin bilgisini anlayamaz. Aynı şekilde,okumuş kişi de ariflerin veya sufilerin deneyimlerini anlayamaz.

Tasavvuf bir çok kılıkta öğretilebilir diyor İdris Şah. Sufiler herhangi bir adete bağlı kalmazlar. Bazıları büyük memnuniyetle dini format kullanır,bazıları romantik şiirlerle,bazıları fıkralarla,hikayelerle ve menkıbelerle anlatır,bazıları ise sanata veya zanaata dayanır. Bir sufi, deneyimlerine dayanarak bu sunumların hepsinin meşru olduğunu söyleyebilir.
Ki bu topraklarda bunların örneği çok bildiğiniz üzere; Nasreddin Hoca fıkralarıyla,Ömer Hayyam şiirleriyle,Hz.Mevlana hikayeleriyle…


Hucviri’nin sufi tanımı(on birinci yüzyıl): tasavvuf yolcusu,nefsine karşı ölü,hakikate karşı hayatta olma makamına erişendir. Bu hedefe ulaşana sufi denir.


Bu arada kitapdan bir çok önemli isim hakkında malumat sahibi oldum. Mesela İbn Arabinin ‘benzerlik’ ile öğretisini öğrendim. Karşısındaki ister cahil ister alim olsun,felsefi dille konuşmazmış. Onları gezilere götürür,onlara yemek verir,yüzlerce konudan bahsederek onları eğlendirirmiş. Hiçbir öğretiden bahsetmeksizin öğretirmiş. Sadi den malumat ile bilgi adına manidar bir dörtlük öğrendim:
Ne kadar da çok çalışsan,eylem olmadan bilemezsin.
Kitap yüklü eşek ne bilgindir ne akıllı
Cevherden yoksun ise ne öğrenmiştir ki?
Sırtındaki ha kitap olmuş ha odun; ne fark eder?

Kitap da ikiyüzlülük noktasına okadar çok değiniliyor ve öyle farklı bir noktadan yaklaşılıyor ki ;insan ister istemez kendisinin ikiyüzlülüğünü sorguluyor. Konu ile ilgili son söz ise Hekim Camiden ‘yol bizi götürür;ikiyüzlülüğün olamayacağı bir davranış ve anlayışa,dürüstlüğün orada olduğu ve bir amaç olmadığı yere.’

Yine Hekim Cami den:
 Akıl ve öğrenmeyle övünmeyi bırak,çünkü burada akıl engelleyici,öğrenme ise aptallıktır.
Hekim Senai’nin kelamı ki gönlüme taht,alnıma baht gibi…
Kalp sızından söz etme – çünkü o konuşuyor.
Onu arama – çünkü o arıyor
O,karıncanın adımını bile hisseder
Suyun altında bir taş kımıldasa – o bilir
Bir kayanın içinde bir solucan varsa
O haberdardır
Solucanın övgüsünü,gizli anlayışını
O bilir,ilahi bilgisiyle
Solucanın rızkını veren
Sana yolu gösteren,odur

Ne güzel diyor Mevlana: ne zaman ki bir kimseye sırlar öğretilse,dudakları bilinçten bahsetmeye karşı mühürlüdür. 

Ve öyle bir cevap aldım ki Sadık Hamzavi den… uzun bir süreyi, ne demek istediğini ve bunu nasıl aşacağımı düşünerek geçirdim.
Sadık Hamzavi’ye sordular:
‘Siz semerkand pirinin evinde sadece bir hizmetçiyken nasıl oldu da kendi isteğiyle onun halifesi oldunuz?’
Şöyle cevap verdi: ‘bana öğretmek istediğini öğretti,ben de öğrendim. Bir keresinde bana şöyle dedi:’ başkalarına bu derece öğretemiyorum,çünkü soruları onlar sormak istiyorlar,görüşmeleri kendileri talep ediyorlar,çerçeveyi onlar belirlemek istiyorlar,sonuç olarak kendilerine sadece zaten bildiklerini öğretiyorlar’
Ona şöyle dedim: ‘bana ne öğretebilirsen öğret ve nasıl öğreneceğimi anlat.’ İste böylece onun halifesi oldum. İnsanların,öğretme ve öğrenmenin nasıl olması gerektiği konusunda güdülenmiş fikirleri var. Bu fikirler,öğrenmeyle bir arada bulunamaz.’

Şibli nin o meşhur kıssası ile bitirmek isterim:
Şibliye sordular:
‘’sana yolda kim klavuz oldu?’’
Şibli cevap verdi:
‘Bir köpek. Onu bir gün suyun kenarında susuzluktan neredeyse ölecek halde gördüm. Sudaki yansımasına her bakışında korkup geri çekiliyordu,çünkü onu başka bir köpek sanıyordu. Sonunda ihtiyacı korkusuna galip geldi; köpek suya atlayınca diğer köpek kayboldu.
Köpek ile aradığı şey arasındaki engel,yani kendisi,dağılıp gitti.
Aynı şekilde,beni engelleyen şeyin,kendim sandığım şey olduğunu anladığım zaman, benim önümdeki engel de kayboldu. Ve yol,bana ilk defa bir köpeğin davranışıyla gösterildi.’

Söz bazen öyle faydasız oluyormuş ki insana verilmese de olurmuş gibi… bu sebeple kitabı daha fazla anlatarak feyzinize mani olmak istemem,ey muhterem kâriler…yalnız belirtmeliyim ki yukarıda yazılanlardan çok daha fazla güzellikte satırlar ve düşünceler,incelikler ve latiflikler mevcut kitapta…
Anlamanız,anlamınız bol olsun…