7 Ekim 2012 Pazar

Aşka Dair- İskender Pala








İskender pala hocamın son kitabı Aşka Dair…

Aldığım duyumlara göre bir roman yazmakta idi konusu ise emin olmamakla birlikte bir Osmanlı paşasıydı(ismini hatırlayamıyorum). Ben o romanı bekleyedururken Aşka Dair çıktı. İsmini görünce aklıma direk Kitab-ı Aşk geldi hatta ne yalan söyleyeyim umarım benzer bir kitap olmamıştır diye düşündüm. Düşüncem de haklı çıktım mı? Kısmen evet… Yine bir deneme kitabı ‘aşk’üzerine..
Kitab-ı Aşk kadar etkileyici ve güzel olmasa da ...

Aşka Dair de yazar daha ziyade tasavvuf da ki aşk boyutuna deyinmiş. Bunu yaparken de  Fuzuli’nin ve Bizim Yunus’un beyitlerinden istifade etmiş.Deneme tarzında yazılmış. Kitabın genelinde beyitlerin, günümüz Türkçesindeki manalarının anlatımı mevcut diyebiliriz. Beyit seçiminde hocamın Yunus Emre’ye olan hayranlığı bir kez daha görülmekte,ancak Yunus Emre ile ilgili ne kadar şey yazılırsa yazılsın,hocam OD ile bence noktayı koydu.. Üzerine Yunus Emre ile ilgili kim(kendisi dahil)daha ne yazabilir diye düşünmekteyim.

Kitap Kapı Yayınlarından çıkmış her zaman ki gibi.Kapı Yayınlarının fiyat prosedürlerini oldum olası merak etmişliğim var, hep bir daha pahalı gelir bana. Fakat son zamanlarda okuduğum tashihi en iyi yapılmış kitaptı. Bu İskender hocamdan mı kaynaklıdır yayınevinden mi bilemiyorum ancak sanıyorum titiz çalışma durumları bize fiyat olarak yansıyor :)

Velhasıl-ı kelam bu fakir İskender Pala klasörüne bir kitabını daha ekledi.Ancak size ille de sizin kütüphanenizdede bulunsun diyebileceğim bir kitap değil Aşka Dair.Eğer aşk ile haşır neşirliğiniz daha öncesinden varsa ve aşk üzerine kitaplar okuduysanız tabi. Yok aşk üzerine ve gerçek aşk üzerine daha öncesinde hiçbir tefekkürünüz bulunmadıysa ozaman tabiki edinilebilir bir kitap.

Birkaç kıssa var ki paylaşmak isterim ey muhterem kâriler…

Leyla’nın Mecnun’u
Mecnun bir fırsatını buldu, Leyla ile baş başa kaldı. Leyla da ondan bir dilekte bulundu.
''Ey aşık! Neyin varsa getir!..’’
''Aay yüzlü!.. Senin aşkınla ne suyum kaldı,ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan,ne geceleri gözümde uyku.aşkın aklımı yağmaladıktan sonra her şeyim birer birer gitti. Şimdi sahip olduğum tek şey yaralı bir kuş olan canım. Senden bir emir bekliyorum. Ver dersen hemencecik vereyim.
Leyla güldü bu sohbete. Sonra sitem etti.
''A yiğit!.. Ben senden bunu ne vakit istersem alırım,başka neyin var?!.’’
Bu söz üzerine Mecnun,partal giysilerinin eprimiş yakasından çıkardığı bir iğneyi Leyla’ya sundu:
''Vallahi, varlık aleminde malik olduğum tek şey işte bu. Bundan başka hiçbir nesneye sahip değilim. Bunu taşımamın sebebi ise yine sensin a gönlümü alan!.. Çölde,ovada,dağda,kırda senin hayalini izlerken çok düşüyorum;dikenler ayağıma batıyor. İşte bu iğne onları ayaımdan çıkarmak için.’’
Mecnun ,Leyla’nın kendisine acımasını beklerken Leyla sitem etti:
''İşte ben tam da onu arıyordum. Aşkta gerçek isen bu iğne sana nasıl layık oluyor,a perişan âşık!.. Bencileyin bir güzelin peşindeyken ayağına diken batsa o dikeni çıkarmak doğru olur mu? Eğer o dikeni çıkarırsan,seninkine vefa derler mi?!.. Sevgili yolunda ayağına diken batan aşık,onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir? Gül fidanı,bir gül elde etmek için bir yıl dikenlere sabrediyor da sen gül fidanından da aşağı mısın yoksa? Leyla’nın aşkıyla ayağına batan diken,onun başkalarına armağan edeceği yüzlerce gül demetinden daha değerli değil midir?’’

Heyhat! Ne denir ki…
Sanıyorum bu zamanı düşünüp Ahmet Kaya dan ‘ ne sen Leyla’sın ne de ben Mecnun…’ en denilesi şey gibi duruyor…


Yine Mecnun’un bir duası dokundu bu garip yüreğe:
Aşk her âşıkın kalbinde eskiyor; Leyla’ya olan aşkım ise ben yaşadıkça tazelenmekte…
Rabbim! Artık beni ona sevdir,veya bana onunla şifa ver. Yoksa kalbimin çektiği çileden artık dinlendirileyim Rabbim!

Rabbi kabul etti Mecnu’nun duasını;hem Leyla da karşılık buldu aşkı hemde kalbinin çilesi öyle bir dinlendirildi ki sonrasında Leyla’yı bile tanımadı…
Allah tüm gerçek âşıkların duasını kabul etsin. Amin.


Allah’a karşı vefakar olmanın hallerini şöyle anlatmış yazar:
Avam için vefanın adı ‘ibadet’tir. Aydınlar için vefadan kasıt ‘ubudiyet’tir.(hakiki kulluk,aşırı bağlılık). Havas için ise vefanın adı ‘ubûdet’(sevgili için kendinden vazgeçmek)olmuştur. Bu kelimelerin hepsi abd(kul) kelimesinden türemiştir. Bu da bize hangi derecede olursa,olsun kulluğun (âşıklık)vefadan ibaret olduğunu anlatır.

Niyazi-i Mısri den müstesna bir beyit öğrendim dilimden eksik değil…
Âşina-yı aşk olandan ah u zar eksik değil
Keşti-i bahre demâdem rüzigar eksik değil


Söz ola…
Yunus,

Keleci bilen kişinin,yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin,işini sağ ede bir söz

diyor. Atalar da demişler ki ,'kişi sözünden bilinir ve güzel söz yüz ağartır.'
Onlara göre sırf söylemiş olmak için söz söylemek hamakattan sayılırmış. İşte çağımızın salgın hastalıklarından biri bu söz hamakatıdır. Oysa ki ''söz ola kese savaşı,söz ola bitire başı’’dır. Meşhur hikayedir;sultanın biri düşünde dişlerinin döküldüğünü görmüş. Önden arkaya doğru ağzında hiç diş kalmamış. Dehşetle uyanmış ve derhal ülkesinin en iyi rüya yorumcusunu huzuruna getirtmiş. Adam rüyayı dinledikten sonra telaşlanıp’’ eyvah hünkarım,eyvah!..’’demiş,''gördüğünüz rüya bir felaketi gösteriyor. Çocuklarınızın her bireri ölecek!..Allah size sabır versin!..’’ hükümdar duyduklarından sonra çok üzülmüş. Bu yoruma göre evlat acısına dayanmak bir yana ülkesi de başsız kalacakmış. Öfkesi başından aşmış ve bu üzüntülü haberi kendisine veren adama gazap edip attırmış zindana. Çeksin cezasını!..
Günler geçtikçe padişahın içine bir umut düşmüş. Nihayet bu bir rüyadır ve belki başka türlü yorumu da vardır. Bu sefer başka bir yorumcu çağırtmış. Bu gelende rüyayı sonuna kadar dinlemiş. O da önce üzülmüş ama sonra şöyle anlatmış:
''hünkarım rüyanız mübarek olsun. Allah size öyle uzun bir ömür bağışlamış ki,evlatlarınızın hepsinden uzun yaşayacak,onların mutluluklarına şahit olacaksınız.’’
Padişah duyduklarından dolayı gayet mutlu,tabirciye de ihsanlarda bulunmuş.
İşte buyurun ağulu aşı bal eden bir söz. Şüphesiz ilk yorumcunun sözleri doğrudur,lakin hem incelikten yoksun,hem de mahalle ve devrana uygun değildir. Eskilerin ‘küllü makamun makal’( her makamın uygun bir sözü ve üslubu vardır) buyurmalarındaki hikmet burada kendini gösterir. Çünkü ''kişi bile söz demini,demeye sözün kemini’’dir. Eğer sözün demi(zamanlaması) bilinmezse ne kadar güzel söylense söz kem(kötü) sonuç doğurur. Buna mukabil yerinde ve uygun söylenen söz cehennemi cennet gösterebilir,hatta belki orayı cennete çevirir. Sözü üsluba uygun ve sanatlı söylemek bu bakımdan önemlidir. Sözün inceliklerini bildikten sonra her söz savaş kestirir,her söz baş bitirip can katar. Acıların tesellisi de, zehrin şekere dönmesi de bu sayede mümkündür.

Sözlerinden öz,kelimelerinden kelâm akan insanlardan eyle bizi...
 

Neden ‘bufakir’ dersin kendine diyen dostlara bu fakirden  değil de İskender Pala hocamdan geliyor el-cevap,buyur edin o halde:
‘el-Fakru fahri (fakrım fahrimdir;fakirliğimden övünç duyarım) buyurması efendiler Efendisi’nin ne mana taşır?
Fakr kelimesine sözlüklerde her ne kadar ‘’yoksulluk’’ karşılığı veriliyorsa da tasavvufun bu yoksulluktan anladığı asla miskinlik demek olmamıştır. ''Fakr’’ fakir olmayı değil müstağni bulunmayı tanımlar. Çünkü herkes gibi Müslüman’ın da Allah’ın yarattığı,ihsan ettiği nimetleri meşru surette kazanıp tatmaya hakkı vardır. Bu hakkı kullandığı vakitte onları kendisine ihsan eden Müteal’e şükrederken aslında bütün bu nimetlerin fani olduğunu bilir ve onlara bağlanıp kalmaz. En büyük nimetler ve servetler karşısında bile kimliğini,insanlığını kaybetmez,bilakis insanlık şeref ve haysiyetini o nimetlerin üstünde tutar. Dünyalık nimetler için insani ve ahlaki özelliklerden kıl kadar sapmaz;yokluğa düşse bile aynı ruh yüksekliğini muhafaza eder.Bu onun için yeterli fakr hali ve dervişlik yoludur. Dervişin yoksulluğu maddi imkansızlık değil,bilakis bütün imkanlara sahipken yoksul gibi yaşamasıdır. Yani her nimet elinizin altında iken o nimete erişemeyenleri de hatırlamak,böylece gerçek malik sahibinin Allah olduğunu idrak etmek… O halde fakr, insanın kendisini daima Allah’a muhtaç bilmesi halidir. Böyle bilirse varlıklı olmak ile yoksul olmak arasında fark gözetmez,varlıklı iken de yoksulun halinden anlar,bilir yoksul gibi yaşar. O yoksul gibi yaşayınca da iç dünyası zenginleşir,derinlik kazanır,olgunlaşır ve kemale erer.
İşte bu yüzden;ene’mden sıyrılmak adına ‘bu fakir’ diye nitelendiriyorum kendimi ve her seferinde gerçek bir fakr sahibi olabilmeyi diliyorum …

Son söz olarak Muhiddin Arabi'den diyeyim ki size:
Muhabbetin nihayeti aşktır…

Muhabbetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder