26 Eylül 2013 Perşembe

Kim Bağışlayacak Beni- Birhan Keskin


Hayatım boyunca randevularımı bekletmeme hususunda ne kadar hassas olsamda dostlarımı bekletmeme hususundaki hassasiyetimden hep sınıfta kaldım. O dostlarım ki bazen bir rafda sessiz sedasız beni bekleyen kitaplarım oldu. Yine öyle bir dönemdeyim. Tanışmayı kaynaşmayı bekleyen nice güzel eserim var fakat göynüm şu sıra yalnız ve yalnız içlerindeki şiir kitaplarına pas veriyor. Hasılı şu sıralar şiir okuyorum kâriler...
Tanıtmak istediğim ise Birhan Keskin'in Kim Bağışlayacak Beni isimli eseri.
Kim Bağışlayacak Beni, Birhan Keskin'in 6 şiir kitabının derlemesi (Delilirikler 1991, Bakarsan Üzgün Dönerim 1994, Cinayet Kışı 1996, Yirmi Lak Tablet 1999, Yeryüzü Halleri 2002). Bu bakımdan kıymetli harici okunacak 3 eseri kalıyor şairin sadece.

Bu bir kadının hüznüdür efendim; içinden atların, yağmurun ve bir kelebeğin geçtiği...Ve Ruth...Tutunulamayan zamanlardan gelen... 
Herkesin herşeyi anlamaması ne kadar güzel. Şiir sanırım bu yüzden kıymetli...

Birhan Hanımın da öylesi dizeleri var ki...canından çıkanın cana değesi halleri...
O dizeler ki kalem ile altlarını fosforla çizdiresi;

Bilmezsin sen, nasıl yorulup aldandığımı kendime,
atlarıma, onlara neler anlattığımı yol boyunca.(AT)

...


Sabahın karşısında konuşmak ne zor!

İncecik kül gibi kalıyorsun,
Dağ susmaya giden yolu biliyor
sen bilmiyorsun.(DAĞ)

...


Sorma bana, nedir karşılığı aşkın bir insanda

savaşın cinnetin kıyametin çağında.(GÜL)

...


Kendi sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini kırmaya çalışırdım.(BEYAZ DELİK)                                                                                                                                                     


...


Ne kışa ne yaza uygun kalbim, çatlat aramızdaki donmuş dili,

yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
içimde.(DERİN ZAMAN)

...


Zaman insafsızlık etmese

kederin oyduğu tarafımı sana getirsem
kalem beni tutmasa,anlatsam sana
siyah, simsiyah bir engerektir zaman 
ve kış neler eder insana.(ENSTRÜMANTAL)

...

                                                                                                                                                                   

AYRILIK
Kaç gecenin çölüdür bu ayrılık,
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik.
Kalbim alış artık, kır
kendini kendi duvarında,
sesini kendi duvarına haykır.

Tesadüfen birbirine rastlamış

başka başka aşklarsınız siz artık,
geceyle gündüz gibi birbirine 
ayrışmış, o ki, rüzgar, bir zaman
senin çölünde kumlar uçurmuş,
o ki, gece ve esmer görmüyor
sahrayı, sesi içinde karışmış.

Her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer

kendi sabrını deneyen taş, 
kendi uykusuzluğuna yatak oldun.
Kül koy şimdi yanına korunun,
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
Ki, sen aşktan ve ayrılıktan başka ne anlıyorsun.

...


Âh...


İZ

Acıyla, geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
o yolda çekmiştim ruhumu paylatan fitili, orada
benden savrulan parçalar kurusa da 
izleri var hala, yolun kenarında.

İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı

vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın.
Acıyla, geçtiğim yoldan geçiyorsun
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyür bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin

... 


Sahi ne çok doğurduklarımız var

Ben doğurdum seni...
içimdeki kaynaktan, acı sudan...
ben doğurdum seni, bir hayal için...
ödünç bir bahardan.(YAPRAK)

...

Âh...
Uzakta solgun yüzlüm, hasreti sakinim
dağ gibi sever beni, dağ gibi suskunum
bu yüzden ben en çok dağlara baktım,

tamamlanamadım

tamamlanamadım.(DÜET/A)


...


Manidar:


öyle çok öldüm öyle çok doğdum, usulca ses ver,
beni inandır, dünyada bir yer bul ona. (MASUMİYET)

...


KIŞIN BANA YAPTIKLARI(3)
Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana

Yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,

hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.

Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
 nasıl anlatacağım?

...

Kendime de kırıldım az çok
hayatımdan teğet geçen kadınlara
olduğu kadar,(YAZ FOTOĞRAFLARI)

...

En en sevdiklerimden;
İki elimi yüzüme sürüyorum ya
olsa olsa bundandır güzelliğim...

Sen güzel insansın
herkes biliyor bunu
yaralarımı alıp uzak şehirlere gidiyorsun

Utanma! ayıp değil ki bu
bak ben utanıyor muyum?
kanayana kadar dizlerim, misket oynarken
hem unutma herkes birilerinin yarasını taşır uzaklara(ARALIKLAR) 

...

5 Eylül 2013 Perşembe

Bir kitap uğruna ya Rab! (Minyeli Abdullah)



Bundan 10 sene önceydi, çocuktum. Duyguları yoğun bir çocuk… İlk ciddi kitabımdı ;Minyeli Abdullah tabi Bir Öğretmenin Not Defterinden sonra... Vehbi Vakkasoğlu’nun ünlü eserini okuduktan sonra öğretmen olmaya karar vermiştim.
Kitabı okumamın akabinde babam elinde başka bir kitap ile geri dönmüştü. Sanki ''artık benim kitaplarımı okuyabilirsin'' der gibiydi. Sadece ''yaşanmış bir hikayedir'' deyip 1976 yılında aldığı kitabı bana emanet etmişti.
Sayfalarını hemen  çevirmeye başlamıştım bile.Ranzamın köşesinde ağlaya ağlaya bir solukta bitirdiğimi hatırlarım. Bir de etkisinden uzun süreler çıkamadığımı… 
O dönemler yaşıtlarımın anlayamayacağı şeyleri yaşarken, bunları hiçbir arkadaşıma anlatamamak beni yeterince yalnız kılarken Minyeli Abdullah bir teselli olmuştu yüreciğime…
Derken büyümeye başladım. Benimle beraber kütüphanemde büyüyordu. Ve ilk raf her zaman iz bırakanlardan, en sevdiklerimden oluşuyordu. Babamın 1976 yılında basılan kitabı ise o rafın hiç değişmeyenlerinden oluyordu. Defalarca toz alırken elim gider ,selam eder ancak yeniden okuyabileceğime takat getiremezdim. Dile kolay 10 yıl geçtikten sonra yine elim ona gitti. Neler hatırladığımı düşündüm. Çok ağlamıştım. Abdullah’ın hapishane sahnesi ve ölümü zihnimde hala berraktı. Ancak harici pek bir şey hatırlayamıyordum. Okumak lazımdı; yeniden okumak… Ama ne zaman?

Özlemiştim kitap okumayı,İngilizce tatsız tutsuz şeyler okumaktan, literatür taramaktan kaçmak için her türlü mazeretim olabilirdi. Bir nefes gerekti artık. Canım sıkılıyordu iyiden iyiye. Bir hışım ile kitaba yöneldim ve vira bismillah okumaya başladım. 
Yapmam gerekenleri de bir seferliğine yapmayabilirdim diğmi?
İyi ki de terk etmişim o İngilizce kitabı. Canıma bir damla su oldu Minyeli Abdullah. Sonucum ise yine değişmedi. Otobüste,tramvay gözetmeksizin yine çok ağladım. Ancak bambaşka okudum bu sefer. Çocukken dikkatimi çekmeyen nice ayrıntı zihnime mıhlandı. Ve söz verdim kendime 10 sene sonra bir daha okuyacağım. 14 yaşındayken dikkatimi çeken hafızamda kalan görüntüleri hatırladım bir de şimdiyi… Hamd olsun…

Küçük de olsam farkındaydım dindar yaşamak bu memlekette zordu. En basiti ev yaşantımızı arkadaşlarıma anlatamıyordum. Bu durumdan, gelecekte yaşayabileceklerimi tahayyül etmeye gayret ediyordum. Bugün o tahayyül ettiğim yerdeyim. ‘Ahir zamanda din ateştir.’ Ateşi elimize aldık yanıyoruz ya Resullulah…

İnsanın bir duruşu olması gerekti. Öyle derdi babam. Bu duruş muhakkak bedel gerektirirmiş. Bu sebeple babam 18 yaşında düşünce suçundan yargılanmış. Sırf bir duruş yüzünden her sene öğretmenlerime babamın ne iş yaptığını anlatmaktan yorulur olmuştum. Çünkü sürekli iş değiştiyordu. Sebebi; doğru olmaya çalışan bir adam duruşu… işim olmayabilir, çevremde herkes sevmeyebilir hatta kimsem olmayabilir ama bir duruşum olabilirdi… Eyvallah….

Yine küçüktüm. Hiç hayallerim yoktu. Bilakis hayalperest insanları benimseyemiyordum. Hala daha hayalperest insanlarla ilişkilerim çok yüzeysel kalıyor. Bu kadar gerçeklik içerisinde tek bir yalan üzerine yaşarken, bu dünya hayal değil de nedir? Hayal kurmak kendini kandırmak değilse ya ne ? İçinde kandırmak varsa iyi değildir :).Bir tane dünya var ve o zaten yeterince kandırıcı. Bir de kendi kendine atraksiyona gerek var mıydı? Varsa ben bilemedim. Üzülürüm diyordum ama yinede gerçek bir şey uğruna olur diye inanıyordum. Bu yaşıma dek böyle gelirken içerimde tek bir dilek,hayal büyüttüm. Minyeli Abdullah kitabında hatırlayamadığım kısım…Bu sefer ki kâriliğimde en çok o dileğimi bulmak etkiledi beni.
Bir Allah biliyordu bu dileğimi. Zaman zaman sorguluyordum acaba sahih miyim? Niyetimde Saliha mıyım diye? Kimselere açamadığımdan ‘ama ya Rabbi bugün yaşıtlarımın isteyeceğini,seveceğini sadece yaşıtlarımında değil keza nefsimin hoşuna gideceklerini istemeyecek, seni isteyeceğim.’  Bunda bir benlik var mıydı? Ney uğruna insan böyle bir yaşamı diler, hayal eder? Senin için değilse ne için? Ben Saliha bir hatun olabilmeyi Senin için değilse kimin için isteyebilirim ki? Beni benden daha iyi tanıyan Sen bunu sırf eşime hürmeten yapamayacağımı da bilensin. Dileğim Hatice annemin evine buyur ettiği bir mümine olarak ölmek…Bunun salt ibadet,hayır hasenat ile olamayacağını aynı zamanda salih bir kuluna saliha bir hanım olarak da tamamlanması gerektiğini öğrendim. Ama amalar var Allah’ım… insanın senin çizginde yürümek üzere olan bir mümine karşı zaten farklı bir tutum sergileyemeceği aşikar. Ancak bu zamanda kişisel egolar,beylikler o denli çok ki. Öyle bir yazgım varsa işte o zaman asi olmaktan korkarım. (Beni korkularımla imtihan etme nolur!) Bu dileğim hayalim artık adı neyse olması belki güç…çünkü bir büyüğüm şöyle demişti evleneceğin kişi evliya olmayacağına göre onunda nefsi istekleri olabilir. O halde evliya falan beklememek  gerek. Öyle mi Allah’ım? İnsan ne kadar Müslüman duruşa sahip bir aileye sahip olursa olsun daha iyi Müslümanlık hususunda hayallere sahip olamaz mı? Yalnız başına  ne kadar Müslüman olabileceğini,devam edebileceğini sorgulamalı. Destek gerekiyor. Minyeli ailesinin birbirine desteği gibi bir destek. Evlat kaybedip namaza durabilecek bir iman... İyi anlamak gerekiyor diğmi Minyeli Abdullah’ların karşısına Sevde hanımlar. Sevde hanımların karşısına Minyeli Abdullah’lar. Mesele ne Abdullah’da ne Sevde’de mesele insanın kendi nefsinde. İşte tam bu nokta; herkes kendiyle(nefsiyle)uğraşırken bir ömür geçirmek… yol arkadaşlığı üzere terbiye destekçiliği… Hekimoğlu İsmail’in evlenirken hanımına dediği gibi. Bundan sonra ne sen bana ne ben sana uyacağız. İkimizde Allah’a uyacağız…
Senin rızan üzere yaşamak isteyenlere,daha çok yaklaşmak isteyenlere himmet etmez misin?
Eman vermez misin?
Sen ki vermeyi sevmez misin?