25 Haziran 2018 Pazartesi

Işığın Yolu- Nilüfer Devecigil



Uzun zamandır çok ciddi kitaplar bitirsem de paylaşma fırsatı bulamamamın yegane sebebidir 3 aylık kızım.
Çünkü annelik bunu gerektirirdi.
Doğumdan itibaren birçok kitap okuyup anneliğe – ebeveynliğe dair bilgi edinmek istedim. Bu süre zarfında nice eğitim ekolüyle daha tanıştım. Bir eğitimci olarak insanın kafası bu denli karışıyorsa… diğer insanları düşünemiyorum!

İnsanoğlu karmaşık bir canlı ve dahi her biri biricik o nedenle tek bir methodolojisi yok elbette bu işin ancak ortak bazı noktaları var. Bunları baz alarak kendi ebeveynliğimizle harmanlamamız gerektiği sonucuna vardım.

Tüm okumalarımdan Işığın Yolu kitabını paylaşarak başlamak istedim. Zira beni en derinden etkileyendi bu kitap. Bir psikolog tarafından yazılması, roman akıcılığında olması, bir hikaye üzerinden bu denli pedagojik öğretilerin verilmesi çok başarılıydı.

Bebek bakımı, eğitimi, annelik serüveni kitapları bir yana, ilk aylarda kurulacak olan güvenli bağlanma kuramı bir yanaydı benim için. 
Güvenli bağlanma bir insanın hayatındaki en önemli virajlardan biri çünkü. İleri yaşlarda yaşanılan psikolojik sorunların en temelinde 0-12 aylık dönemde anneyle güvenli bağ kuralamaması yatıyor.
Bir anne olarak çocuğumun ne giydiği, nerelerde okuyacağı, hangi mesleği seçeceği, başarılı bir insan olup olmayacağıyla ilgilenmiyorum. Tek dileğim ruhsal ve zihinsel olarak sağlıklı bir birey olmasına yardımcı olmak. Gerisini o getirecektir zaten. Fakat genel olarak topluma baktığımda ebeveynler çocuklarının psikolojisini hep arka planda tutarak bazı hedefler koyuyorlar kendilerine, ne acı!

Sağlıklı bir bebekteki ilk adım ise annesiyle güvenle bağ kurabilmek..
Nedir güvenli bağlanma?
Bütün eğitim sistemleri çocukları bağımsız birer birey olarak yetiştirmeyi hedeflese de evvela insanoğlu bağımlı ilişki geliştirebilir. Ondan sonra güvenli ayrılma söz konusu olacaktır. Bizler batı özentiliğimizle daha bebekken bu bağımsızlığı vermeye çalışıyoruz çocuklarımıza; kucağına alma şımartma, sallayarak uyutma alışır, ağlatarak yalnız bırak ağlamamayı öğrensin ve daha trajik bir çok kalıp…
Tüm bunlar anne ile bebeğin arasında oluşması gereken güvenli bağı zedeleyici yaklaşımlar. Bu nedenle doğal ebeveynlik diye yeni bir akım başlamış durumda. Aslında bildiğimiz geleneksel, büyüklerimizin uyguladığı bir yöntem. İlk aylarda sürekli kucakta olan bir bebek, ayakta, sallanarak, ninnilerle uyutulan bir bebek, istediği zaman beslenen yani velhasıl içgüdüsel olarak yapılan ve yapılacak olan ebeveynlik aslında. Ama tüm bu Avrupai yaklaşımların karşısında durabilmek adına psikolojik alt yapıları izah edilerek pedagoglarca anlatılmış olan.

Doğal ebeveynlikte; Göz teması, yüz ifadesi, ses tonu, mimikler, beden duruşu gibi sözsüz mesajlar ve bebeğin ihtiyacının ne kadar hızlı karşılandığı en önemli iletişim unsurlarını oluşturuyor.
Bir örnek üzerinden anlatıyor Nilüfer Devecigil güvenli bağlanmayı;
Annelerinin odada olmadığını fark edince ağlayan ve anneleri geri gelince onun kucağında rahatlayarak oyuncaklarla oynamaya devam eden bebeklerdi güvenli bağlananlar.
Kaygılı bağlanan bebekler, annelerinin odadan gittiğini görünce ağlıyorlardı, anne geri geldiğinde ise bir daha kucaktan inmiyor ve sakinleşemiyorlardı.
Güvenli bağlanmanın haricinde, Karmaşık Bağlanma, Kaygılı Bağlanma, Kazanılmış Sağlıklı Bağlanma gibi bağlanma çeşitleri daha var. Bebeğinizle nasıl bir bağlanmaya sahip olacağınız aslında geçmişte annenizle nasıl bağlandığınızla doğru orantılı olarak gelişiyor. Evvela kendi bağlanma çeşidimizi bulmamıza yardımcı oluyor yazar. Kendi iç çalışmamızı da destekliyor böylece.
Bütün bu bağlanma şekilleri bebeğinizin beyin yapısının nasıl gelişeceğiyle alakalı. Mutlu, sevgi ve güven ortamında yetiştirilen çocukların beyin gelişimlerinin çok daha iyi olduğu ispatlandı.

Bebeklerin zihnini şu şekilde şematize ederek anlatıyor kitap;
İki katlı bir ev düşünürsek. İlk kat ilkel beyin, ikinci kat ise sofistike beyin. İlk kattaki sistem doğru kurulmadan ikinci kat sağlam oluşmuyor.
Üst beyin, mantık yürütme, planlama, konuşma, karar verme ve en önemlisi de dürtü kontrolü gibi önemli davranışların regülasyonlarını içeriyor. Alt kat yani ilkel beyin ise nefes almak, duymak, beslenmek, uyumak, ve hayatta kalmak gibi daha ilkel fonksiyonlara sahip. 
Yüz milyar sinir hücresi nöronla geliyoruz dünyaya. Bu nöronlar ateşlenip topraklanarak birbirleriyle bağlantılar kuruyor ve bir network oluşturuyor. Burada önemli olan nöron sayısı değil. Hangi nöronların hangileriyle ağ oluşturduğudur. Ebeveyn güven verirse, bebeği her sinyal verdiğinde onun ihtiyacını karşılarsa, bu dünya güvenilir, ilişkiler güvenilir şeklinde düşünce kalıplarını içeren ağlar oluşur bebeğin beyninde. Eğer tam tersi ağlar oluşturursa yetişkinlik yaşlarındaki ilişkilerinde güvensizlikler yaşar.
Sofistike üst beyin ile ilkel alt beynin dilleri birbirinde farklı. Biz genelde üst beynin diliyle ilkel beyinle konuşmaya çalışıyoruz. Ebeveynlik kitaplarının kahir ekseriyeti üs beynin diliyle yazılmış durumda. Bebeklerimizin ilkel beyinlerine hitap edemiyoruz böylece ilk kat sağlamlaşmadan üst katı da sağlıkla inşa edemiyor oluyoruz. O nedenle birçok yöntem bebeklerimizi ehlileştirmek şöyle dursun daha da agresifleştirerek pes ettirmeye yönlendiriyordu.

İlkel beyni terapi edebilmek için yapılması gereken sadece göz teması, dokunma ve sakinlik becerileri içermesi gerektiğini bilmekti.
Çocuklarımızı kendi iç çalışmamız kadar anlıyor ve de destekliyoruz diyor yazar. Yani çocuklarımızı terapi edebilmek için evvela kendimizi regüle edebilmeliyiz.

Ebeveyn- çocuk ilişkisi adil bir ilişki değildir. Sadece vermek üzerine kuruludur. Bu taşmalardan çocukları korumak adına kendi geçmişimizle çalışmamız gerekir. 
İnsan kendiyle nasıl çalışır? Sorusunun cevabı ise oldukça uzun ve derin. Kitap bu noktada bir miktar yol gösterici diyebiliriz.

Tüm bunların yanı sıra kitapta, insanın kendi zihnini anlamlandırmasıyla ilgili bir paylaşım dikkatimi çok çekti.
Benim için çok önemli olan bir konu bu;
Bilim insanları beynin dinlenme zamanında ne yaptığına baktılar. Yani kitap okumadığı, çalışmadığı, bir aktiviteyle meşgul olmadığı kısacası sadece dinlendiği an beyinde nasıl bir aktivite olduğunu görmek istediler. Ve taramalarda beynin dinlenme halinde aktif olduğunu gördüler. Ve bu zihin haline default mod dediler.
Default moddayken 4 farklı zihin aktivitesi keşfedildi.
İlki; tecrübe ettiğimiz her şeye yorum yapması, özellikle de yargılamayı seviyor bu hal; şöyle olmalı, böyle olmalı…

2.si geçmişteki hatıralarla geleceğe senaryolar yazıyor,

3.sü ise ego yapılandırması

Doğumdan sonra çalışmadığım ve zihnimi doldurmadığım süreçte yaşadığım tamamen default mod olmuş. Anneliğe dair şöyle olmalı, böyle olmalı en iyisi nasılsa öyle olmalı araştırmaları ve hatta bu uğurda çalışma hayatını, kariyeri, mesleği her şeyi bırakma düşünceleri sarmıştı zihnimi. İlmel-yakin olarak bildiğim eski düşüncelerimin yerini -malı -meli gereklilik kipleriyle dolu düşünceler almıştı. Oysaki Müslüman Kadının Kariyer Planlaması konulu seminerler veriyor ve kendi iş planımı bile annelik ihtimallerine göre düzenliyordum. Yani aslında zihnimde bu hususla ilgili çalışmalar mevcuttu. Fakat default moda geçince zihnin çalışması çok değişiyormuş.
Zihnin default moda geçtiğini her farkettiğinizde onu tecrübe moduna (bir işle meşgul olma hali) çekerseniz, zamanla beynin o bölümünün nöronları topraklanıyor, topraklanma arttıkça default mod daha az aktif oluyor.
Bu nedenle 3.ayımız biterken zihnimi bir çok uğraşla daha meşgul ediyor ve daha çok tecrübe moduna sokarak default moddan sıyrıldığımı gözlemliyorum.
İnsanın zihnini tanıyabilmesi muazzam bir deneyim.
Ve bu kitap zihnimi, kalbimi, ruhumu ve artık anneliğimi tanıma yolculuğumda bende iz bıraktı. 
Şiddetli tavsiyedir muhterem kâriler...