19 Mart 2020 Perşembe

TerapiGünlükleri- Betül Demirkıran




İnsanın kendini bulma yolculuğu genç yaşlarda başlayabilir. 
Kültürel aile mirası ve entelektüel çevresi buna ne kadar elverişliyse o kadar erken başlıyor sanırım. 
Bende böyle olduğumu düşünerek sonsuz şükürler halindeydim...Anne olana kadar...

Hani bilmek üç şekilmiş ya; ilmel yakin- aynel yakin ve hakkal yakin...
Anne olduğumda hakkal yakin oldu; kendini bulma ve bilme sürecim...

Psikogenetik ile de bilişsel bağlantım olunca, insan kendini kazıdıkça kazıyor gibi hissettim.

Meğer doğum zaten bir çok rol barındırıyormuş kendi içerisinde; anne oluyorsunuz, çocukluğunuza dönüyorsunuz, ayna görevi gördüğünüz sahneleri hatırlıyorsunuz. 
Hasılı lohusa kafası dedikleri aslında bunların bir bütünü ve kesinlikle öyle 40 günde falan çıkılacak bir kafa olmasa da toplumsal evrimimiz; bu kadar yeter “annen gibi annelik yapacaksın bunu da kabul edeceksin” sinyali veriyor adeta.
Evet evet aynen böyle seyrediyor ilk süreç...sonrasında oralarda takılı kalan insanlara da lohusa depresyonuna girdi deniliyor.
Oysa depresyondan çok daha öte sorgulayıcı olan kafalar da yaşanabiliyor...

Tüm bu duygu durumlarına karşı yazılmış bir sürü anne-lik kitabı var piyasada.
Ancak bu kitabı beğendiğim bir anne tavsiye edince hemen okumak istedim.
Beğendim de.
Çok basit, yalın ve samimi bir dille yazılmış.
Anneliği-anneliğini ve annesini sorgulamak üzerine yazmış yazar.
Kendisinin aldığı profesyonel yardımların güncesi...
Bir çok kişinin kendinden, çocukluğundan, anne-babasına dair olan travmalarından bir şeyler bulabileceğini düşünüyorum bu terapi notlarında.

Şöyle başlıyor anlatımına;
“..anladım ki bir anne ancak kendisine yapılan annelik kadar annelik yapabiliyordu çocuğuna. Bunu değiştirmek için buradaydım ben. Ben kendim gibi bir anne olmak istiyordum.”

Benimki bir anneyi sorgulamak değildi...Bir çocuğun maruz kaldığı yanlış tarafları sorgulamaktı. Bir kız çocuğu ilk kez annesinde görürdü kadınlığı ve anneliği. Kendini ilk annesiyle keşfederdi. Annesinin sözlerinden, gözlerinden kendini değerlendirmeyi öğrenirdi.

Terapilere bu minvalde başlayarak tüm çocukluğuna iniyor ve tabiri caizse pütürlü yerleri aşa aşa annelik serüvenini değiştiriyor.

Bir çocuğun inanması bile annesine bağlanması ile ilgiliydi. Anne çocuğun ilk Rabbiydi çünkü. Rab yani terbiye edici. Bir bebek dünyaya geldiğinde tek bildiği şey annesiydi. Anne onu var etmişti. Üç yaşına kadar onu kendinden bile ayırt edemezdi. Anne-bebek tevhidi yaşamaktı bir anlamda.
İki beden bir ruh. 

Bu nedenle de psikopatolojik neyiniz var neyiniz yok aktarıyorsunuz çocuğa...
Bunu bilmek bile bir anne için çok ağır bir şey...
Ve yeni nesil; okur-yazar, farkında olan bir çok anne bunu kendinde farkedebiliyor bence.
O yüzden bu yeni nesil anneler bi değişik geliyorlar tabir-i caizse eskilere...

''Ebeveyn terapiye giderse beş neşir kurtulur… ''diye bir tabir vardır.
İşte ben tam olarak bunu yaptığımı artık iyice hissediyordum. Benden sonraki beş nesli kurtarmak bence dünyada işlenebilecek en büyük sevaptı. İnsanın kendisi ile uğraşması, kendisiyle yüzleşmesi, kendisini temizlemesi en büyük cihattı. Böylelikle değişecekti dünya...

Çok kıymetli bir tespit olduğunu düşünüyorum.
Travma insanın sağ beynine kaydolur. Ve orada nodül şeklinde sıkışıp kalır. Beyin onu işleyip iyileştiremediği için adı travma olur. 0-3 yaşımızda aktif olarak sağ beynimizi kullanıyoruz ve yaşadığımız, travma olarak düşünmediğimiz, anıları bile etkilenme derecesine göre beynimiz travma olarak kaydediyor. Biz sol beyinler hayatımızı sürdürürken sağ beynimizdeki kilitli noktalar; bizlerde sebebini bilmediğimiz davranışlara ve seçimlere neden oluyor. Çünkü o işlenmemiş bilgiler oradan çıkmak istiyor ve bu da ancak terapi ile mümkün.

Ve müthiş bir psikoloji öğretisine parmak basıyor Betül Hanım; “ Anladım ki ben kendimden başka kimseyi değiştiremem. Kendi algılarımı ve düşüncelerimi değişirsem karşımdaki her kim olursa olsun onunla olan ilişkim tam da benim istediğim seviyeye geliyor.”


Artık birinden rahatsız olsam hemen onun bana neyi, kimi, hangi duyguyu hatırlattığını bulmaya çalışıyordum. Bu benim dışarı ile olan kavgamı, anlaşmazlığımı pat diye bitirmişti. Bu 2 × 2’nin dört ettiği kadar gerçekti. Dışarıyla olan kavgamız aslında kendi içimizde olan kavgamızdan kaynaklanıyordu. İçeriyi çözdükçe dünya güzelleşiyordu, kavgalar bitiyordu.

Yazarın terapilerde çalıştığı konu sadece annelikle kalmıyor tabii anneliğe girmişken kadınlığa,eşliğe, evlatlığa değinmeden geçilmiyor...

Kendisine yeni bir annelik yorumu tanımlarken çocuklarımıza farketmeden yaptığımız aktarımları da çok güzel ifade ediyor.

Bize yapılanları, çocuğumuza da yapmak… İşte bu daha kötü değil miydi? Ona kendi kurallarımızı dayatmak, kendi istediklerimizi yapmasını istemek, kendi yarattığımız bir dünyanın içine hapsetmek, kendi doğrularımızı kabul ettirmek, kimi zaman bağırmak, kimi zaman dövmek… Ona kendi anne babamızın bize davrandığı gibi davranmak en büyük taciz değil miydi? Ben bunu kendi oğluma tam 14 ay boyunca yaşatmamış mıydım? Yaşatmıştım elbette…
Ve biz kendi anne babamızdan aldığımız yanlış ebeveyn kodlarını temizlemeden asla doğru anne olamazdık anlamıştım.

Anne” dedim, “evladını sevmek ona hizmet etmek değilmiş, onun için kendini paralamak değilmiş, köprüden atlamak değilmiş evladın için… Evladını sevmek, onu eleştirmemek, ona saygı duymak, onu insan yerine koymak, onu malı gibi görmemek, onun başına hiçbir şeyi kakmamak, onu yönetmemek, onu emanet bilip dikkatli davranmak, onu anlamak, onu hissetmek, ona “seni seviyorum“ demek, onu olduğu gibi kabullenmek, iyi de, kötü de olsa ondan razı olmak…“

İnşallah böyle bir anne olabilirim diye dua ediyorum.
Velhasıl psikoloji severlere, kendiyle uğraşmaları ve uğraşanlarla hasbihal etmeyi sevenlere önerimdir; Terapi Günlükleri kitabı muhterem kariler...

12 Ocak 2020 Pazar

Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır- Ahmet Şerif İzgören



Uzun zamandır bir kitabı ismi için almamıştım.
Bu kitap benim için isim hakkı kitabıdır o yüzden.

Kişisel gelişim okumalarımı ergenliğimle birlikte bırakmış, büyüklerimin tavsiyesi üzerine de elime almama kararı almıştım.

Lakin Ahmet Şerif İzgören’i tanıyor ve de seviyorum.
Samimiyetini, kişisel gelişime yaklaşımını, üslubunu...

Üstelik oldukça da iddialı bir notu var kitabın arkasında; “kitabı beğenmediğiniz takdirde iade edebilir paranızı geri alabilirsiniz” 
 Beğendim mi peki?
Evet diyemem.
Geri götürür müyüm?
Ona da gerek duymam.
Böylesi bir kitap işte elimizdeki.

Oldukça basit ve yalın bir dilde,
su gibi akan, hiç yormayan.
Sıradanlık çizgisine çok yakın eğilimlerde, hatırlatma niteliğinde. Bu nedenle altını çizip unutmak istemediğim bir bilgisi mevcut değil.

Tam anlamıyla; çerez kitap olarak, uyku öncesi çok dolu bir zihin ile ancak bu denli okumalar yapabileceğiniz dönem kitabı.