23 Nisan 2013 Salı

Aşk-ı Sükûn- Nuriye Çeleğen

                                Biliyorum, sıkıldık artık aşkın bu kadar aşikar edilmesinden, olur olmadık her yerde kullanılmasından. Bu sebeple kütüphanemde bekleyenler arasında yer almış bir senedir Aşk-ı Sükûn... İyi ki de beklemiş zira başka bir zamanda okusaydım bu denli iyi gelir miydi bana bilemiyorum. 
Günlerce Hz.Hacer annemi sayıklıyorum.Zihnimde hep o esmer kadın var. Kalbimde ise öğütleri...
Ve artık bir kitap okuma zamanı geldi diyorum. Ama öyle bir kitap olsun ki o beni okusun, 'benim kitabım'ı okumama yardımcı olsun... Kütüphanemi karıştırırken elime bir kitabı alıp inceliyorum. Kitaptaki "Her kadın Hacerdir" yazısına takılıyorum. Tamam diyorum bu. Başlıyorum okumaya, ne de iyi ediyorum muhterem kârilerim, âh bilseniz. Meğer Aşk-ı Sükûn Hz.Hacer validemizi anlatırmış. Biricik dedemizi Hz. İbrahim'i hatırlatırmış bize yeniden...

Kitap Nesil Yayınevinden çıkmış, yazarı Nuriye Çeleğen hanımefendiyi tanımamakla birlikte ilk defa okuyorum. Değişik bir anlatım tarzı mevcut. Bir roman olmasına rağmen kitabımız, kitabı akıcı kılan yazarın kaleminden ziyade, muhabbetidir diye düşünüyorum. İçerimdeki bir çok cümleyle karşılaşınca kitapta, dünya gibi diyorum kelimelerin dünyası da küçük muhakkak karşılaşıyoruz birileriyle... Böyle bir karşılaşma oldu fakir için Nuriye Çeleğen hanımefendinin kalemi. 
Ve Aşk-ı Sükûn'u nacizane şiddetle tavsiye ediyorum bayanlara. Ve tabi beylere de Hz.Haceri tanımayan herkeslere...

Kitabın girizgahı elif,lam,mim üçlemesinin felsefesiyle başlıyor. Bildiğiniz üzere türkçe,arapça hiç bir dilde açıklaması olmayan Kuranın mucizelerinden biridir elif, lam, mim. Herkes aşka vardırıyor bu güzel üçlüyü. Birlik olarak(elif), aracı olarak(lam) ve son(mim) olarak... Bana ise başka bir çağrışım yapıyor elif,lam,mim ; elem... Payıma düşen tefekkür notları yer alıyor bu sahifelerde.
Sonrasında başlıyor roman Hz.İbrahim ile Hz.Hacer'in hikayesini anlatmaya. Bilmeyen kâriler için hikayeyi özetlemeyelim ki kitabın onların dimağındaki seyri bozulmasın. Biz Hz.Hacer annemizin dilinden payımıza düşenleri nakledelim:
"Acı müjdeydi. Öyle bellemiştim. Her sevinç, önce bir acı habercisiyle gelirdi. Her müjde, önce acı ile uyandırırdı insanı gafletten. Acılara değil, acıların sonucuna bakardım. Hayra yordum" Her acıya bu bakış açısı ile baktığımızda ne çok müjde ile şerefyab oluyoruz aslında diğmi? Bu yüzdendir ki " Allah sevdiği kullarının kalbine birliğinin yansıması hüznü atardı önce. Hüzne tutunan insanlar, kullukta adım adım yol alırdı."
Biliyoruz ki Halillullah olan peygamberdi Hz.İbrahim, kitapta bunun nedenini öyle güzel buluyorsunuz ki. Bir peygamberin Halil yani Allah ile dost olması için verdiği cevaplar... Öyle ki Nemrut Hz.İbrahim'i ateşe atacağı zaman Cebrail aleyhisselam yardıma yetiştiğinde biricik peygamberimizden şu cevabı alıyor :" Dostum ile arama girme ya Cebrail!" Subhanallah... İşte İbrahim, Cebrail'i öteleyince ,o an Rabbi onu Halil'i (dostu) olarak kabul ediyor. Hani Allah'a direkt aracısız bağlanıcılara  duyurulur. Hz. İbrahim peygamberin aracısız bağlanmak isterken ödediği bedel, geçtiği sınav... Cebrail aleyhisselamın yardımına yok diyebilecek imandayız sanki de direk bağlantı yapabileceğiz! Her neyse... 
Ve o peygamber ki ölüm anında verdiği cevap ile beni bir daha vurdu; gönlümden... Azrail aleyhisselama "Ben Cebrail'in yardımını reddetmişim Rabbim yardıma yetişssin diye sana canımı vermem O alsın" diyor. Ve Rabbülalemin kendisine " Gel "diyor. Âh efendim âhhh...
Bu iki cevabı düşünerek geçiriyorum saatlerimi derken annem bir kıssa ile geliyor; Hz. İbrahim ile alakalı...Okuduğum kitabı bilmeden...(biz böyle yaşıyoruz, tevafuklarla) hazreti İbrahim aleyhisselam, semada kıyameti beklerken günahsız ölen bebek ve çocukların yetiştirilmesiyle ilgilenirmiş onlara islamı en iyi şekilde öğretirmiş. Onlarda o hesap gününde cehennemin kapısına gidip anne-babalarına şefaat için hazırlanırlarmış. Bu dünyada o canı yanan anne-babalar aslında ne kadar şanslı olduklarını âh bilebilseler!
(Kaynak isteyenler araştırabilirler sahihliğini, fakirce ben sahihliğine eminim)
 Yeni bir bilgi daha ediniyorum: İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında ve günlerce o ateşte kaldığında ateşin Rabbi ona serin ve selametli ol emrini verdikten sonra Cebrail, Hz.İbrahim'e cennetten bir gömlek ve bir yaygı getirmiş,gömleği giydirmiş, yaygıyı yere serip oturtmuş. Kendisi de oturmuş ve sohbet etmişler. Rivayet edilir ki o gömlek İbrahim aleyhisselamdan oğlu İshak peygambere ondan Yakup peygambere ve ondan da oğlu Yusuf aleyhisselama aktarılmış. Yusuf aleyhisselamın gömleğini babası Yakup peygambere göndermesi ve gözlerinin şifalanması üzerinde cennet kokusu bulunan o gömlek nedeni ileymiş.(Bknz: Ruhu'l Beyan 2/35)

Aşk ve sevgiye bakışıma yeni bir pencere açan bir kitap oldu Aşk-ı Sükûn;
" Sevgide mekan olurdu,aşkta ise asla. Aşk mekansızlıktı. Sevgi nefsin eliydi, cisimle bağlıydı. Sevgisi cisimde olanlar için mekan önemliydi. Aynı mekanda paylaşım olmadan sevgi boyutu teselli olmazdı. Aşk, sevginin kalbe ulaşmasıydı. Aşka ulaşan sevgi için mekana ve zamana ihtiyaç yoktu.
Sevgi nefistendi, aşk kalpten. Nefis, mekana ihtiyaç duyduğu için sevgisini dünyada isterdi, paylaşım arardı. Kalp, mekan ve zaman aştığı için paylaşım derdi bulunmazdı."

Sonra Bakara suresinin 260. Ayetini Beyzâvi açıklamasıyla buluyorsunuz kitapta. Ayeti hatırlatmak gerekirse: " Ey İbrahim! Dört tane kuş al, onları kendine alıştır. Sonra onları boğazla, etlerini karıştır,her bir parçasını bir dağa bırak. Sonra onları isimleriyle çağır. Hepsi biribirine karışmadan kemal-i süratle geleceklerini göreceksin." Hz. İbrahim denileni yapmış ve kuşların teker teker geldiklerini görmüş. Kuşların cinsleri; tavus,karga,horoz ve güvercinmiş. Beyzâvinin beyanına göre vechil tezyinat-ı dünyaya muhabbeti azaltmak ve şehevat-ı nefsaniyeyi öldürmek lazım olduğuna işaret için tavus kuşu seçilmiş. Kuvvet-i gazabiyeyi öldürmek lazım olduğuna işaret için horoz, haseti öldürmek lazım olduğuna işaret için karga seçilirken heva ve hevesi öldürmek lazım olduğuna işret için güvercin seçilmiş.
Seçilen hayvanları bir tahayyül etseniz muhterem kârilerim...

Aşk-ı Sükûn'u özellikle bayan arkadaşların okumasını tavsiye etmek gerek. Zira Hz.Hacer annemizi anlamadan hac dahi yapılamaz. Hep dikkatimi çekmiştir; Kâbe de yatan tek kadın O'dur. Nedendir? İslamın şartı olan bir ibadetin özüne oturmuştur onun ahlakı. Peki ama neden? Ve nasıl? İşte bu cevapları bulmak namına Hacer annemin peşine düşüyorum nice zaman önce. Yine yine yeniden Aşk'ı Sükûn ile buluyorum. Kadınlık duygularını aştığında insanın Hacer annemiz ile buluşabileceğine inanıyorum. Bu kitap ile, buna sizde inanabilirsiniz muhterem kâriler. Hz. Sâre İbrahim peygamberin ilk hanımı, kendi elleriyle evlendiriyor İbrahim'ini Hz. Hacer ile. Ancak sonrasında... Hz. Hacer'den şu sözler dökülüyor: " Sâre'de kıskançlık, bende sabır vardı. Sabrı olmayanın aşkı ne kadar olurdu? Sâre sevdi, sabırsızdı. Sevgisi aşka ulaşamadı. Ben sevdim sabrım vardı. Sabır sevgiyi aşk yapan iksirdi. Aşk, sabır kadardı. İbrahim sevgi ile Sâre de kaldı, ben sabır ile aşkı aldım." 
Ve bu sözler ile kovulan evinden yeni doğan oğlu Hz.İsmail ile düşüyor yollara böyle bir acı onun için tüm nefsi bırakmak oluyor. Acı kadar tamirat olurdu nefiste, annem içinde öyle olmuştu. Bir mahsun ile bir mazlumun duruşunu Rabbim nasıl kabul etmezdi ki?
Çölün ortasında bir başına açlıktan ölmek üzere olan oğluna yana yakıla bir damla su ararken alemlerin Rabbi ona çocuğunu ve kendini doyurabileceği bir su bahşediyor. O pınara "ZemZem" (Dur dur!) diye sesleniyor mübarek hatun. Sonra peygamber Efendimizden şu hadis nail oluyor bunun üzerine; Allah, İsmail'in anasına rahmet etsin, eğer Zemzem suyunu olduğu gibi bıraksaydı, etrafını kumla çevirerek 'Dur' demese idi, bugün bu su, buradan bir nehir halinde akmaya devam ederdi. Çünkü bu su Hazreti İbrahim bereketlerindendir." (Buhari, 1381)

Yalnızlığı bu kadar güzel izah ettiği için yazara bir teşekkür borçluyum; " Yalnızlık, insan kalbinin kendisini sığınılacak birinden uzak hissetmesiydi. Ben de sığınılacak her şeyden ayrılmıştım. İçimde kopan fırtınalar, yalnızlık koyunda dinmişti. Yalnızlık denizi ruhumu amansız dalgalarla dövüp durmuştu. Sonunda tüm nefsi duygularım kıyıya vurup, sahile atılmıştı. Sakindim. Fırtınadan sonraki güzelliği yaşıyordum. Arınmışlığı hissettim. Hafifliği algıladım. Yüklerimi attım kalbimden. Adımladım kalbin sahil boylarında. Açıktı gönül denizim. En büyük limana kulaç açtım dua dua. En büyük limana vardım soluk soluğa. En güçlü kapıya yanaştım yorgun ve bitkin. Yalnızlık fırtınasının savurmasıyla ulaştım tüm yokların " Var'ına...

Kâbe'nin hangi taşlardan yapıldığını biliyor musunuz muhterem kârilerim? 
Bu fakir bilmiyordu. Kitap sayesinde edindiğim bir bilgi olarak not almışım; Allah celle şanuhu Hazreti İbrahim'e Kâbe'yi beş dağın taşıyla inşa etmesini söylemiş. Tur, Zir, Hira, ve Heyûdî dağları. Allah görmeyi nasip etsin. Kâbe demişken yine ruhumu gönderiyorum oralara ve için için lütfen İbrahim peygamberimin çağrısına çok sayıda "Allahümme Lebbeyk" diyebilmiş olmayı diliyorum. Mağlum Allah Kâbe'yi inşa etme emri verince İbrahim aleyhisselam'a, şaşırmakla birlikte itaat eder fakat kim gelecek ki buraya dediğinde Rabbülalemin dağa çıkıp davet etmesini ister. Ama etrafında kimse yoktur o dağın o vakit. İbrahim aleyhisselam çıkar dağa ve insanları Allah'ın evine davet eder. Onun davetine bu dünyada bir bedende vuku bulacak olan tüm müslümanlar allahümme lebbeyk diyerek icabet ederler. O gün İbrahim aleyhisselama kim ne kadar icabet etmişsse bugün Kâbe'yi okadar cok ziyaret eder. 
Bu ara etrafıma öyle taşlar veriyorsun ki; kâbeni inşa ediyorsun sanki ya Rabbi! Özlemime bir damla su veriyorsun. Sanki yavaş yavaş artık öğren oraları diyorsun. Allahümme lebbeyk nidalarıyla en kısa zamanda nasip et , amin...

Hazreti Hacer annemin acıdığında keşfettiği satırlar gönlüme düşüyor.
Üzülenlere. Gönlünün acıdığını zannedenlere...  
"İnsanın niçin acı çektiğini düşündüm. Olaylar insanı üzer miydi? Olayların böyle bir özellikleri var mıydı, yoksa bizim algılamalarımızla mı olaylar acıya dönüşüyordu? Sonuncusu olmalıydı. Acıyı biz kesbederdik. Sonra da hadiseleri suçlu kabul ederdik. Aslında olaylar ruhumuza ve kalbimize ulaşmıyordu. Hadiseler ancak nefsimize ulaşıyordu. Kalp ve ruh Allah'la bağlıydı, nefis olaylarla ve dünya ile. Öyle ise olaylar da bir ölçüttü. İnsandaki nefis ve benliğin ölçütü. Ne kadar benliğimiz güçlü, ne derece nefisle bağlı isek olayların altında o kadar kalıp, o kadar üzüntü duyuyorduk. Hadiseler karşısında duyduğumuz acı nefis ve benliğimizin bizde hükmediş ölçüsünü veriyordu. Bu duyguları bana hissettirip; olayların zahirinden batınına intikal ettirmesine; 
Şükrettim." Şükrettim. Şükür ettim...

Allah'ın gireceği kalbin nasıl temizlenmesi gerektiğinin örneği Hacer annem; önce eşinden, sevdiğinden sonra evinden yurdundan en son ise evladından geçiyor. Geçecek, Allah'ı isteyen geçmek zorunda.
"Ben dünya kirlerini attım, aşkı yakaladım. Ruhun aşk sırrına ulaştım. Eşi ve çocuğu aştım. Ben yalnız kaldım, ruhun aşk mertebesinde, tevhit denizinde başımı ebede uzattım. Ben Bekke'de kaldım. Sâre eşiyle birlikte ebede baş koydu. Sâre ile İbrahim'in mezarları yanyana benim yalnızlığımı ve garipliğimi Kâbe bağrına bastı. Kâbe'de yatan tek kadınım. Yalnızlığımı Allah öyle giderdi ki, her an binlerce kişi etrafımda pervane gibi döner."  
Neden mazlum olma(e)k lâzım? İşte bu yüzden. Der sözü noktalarım muhterem kâriler; es selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü...

1 yorum:

  1. allah c.c. razı olsun . cok guzel yorumlamıs ve yansıtmıssınız.

    YanıtlaSil