11 Şubat 2013 Pazartesi

İçimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali



Sabahattin Ali’den İçimizdeki Şeytan…


Sabahatttin Ali’nin şair kişiliğidir onu ilk tanımama vesile olan. Ahmet Kaya şarkıları sevdalılarının da farkında olmadan onun şiirlerini okuması söz konusu pek tabi.

Burada çiçekler açmıyor

Kuşlar süzülüp uçmuyor…dan tutunda

Göklerde kartal gibiydim

Kanatlarımdan vuruldum’ a kadar bir çok Ahmet Kaya parçasının sözleridir Sabahattin Ali’nin şiirleri.

Şiirlerinden sonra romanlarına heves ediyor ve okumaya başlıyorum. Toplamda 3 romana(Kürk Mantolu Madonna,Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan) sahip yazar.  Ve daha bir çok hikayeye…


'İçimizdeki Şeytan' öncelikle çok güçlü bir kitap ismi diye düşünüyorum.Ve bu gücün arkasını dolduracak denli içerik bekleyerek başladım okumaya. Lâkin…bir nevi sükut-u hayal oldu payıma düşen evvela.


''İçimizdeki Şeytan'' bir Kuyucaklı Yusuf bir Kürk Mantolu Madonna değil öncelikle bunu kabul edelim. 3 romanında belki de en zayıfı.
İsmindende anlaşılacağı üzere karamsar bir kitapla daha karşı karşıyayız. Ancak burada yazar neden bu karamsar havayı çizdiğini okuyucaya çok iyi belletiyor. Başka yazarlardan Midak Sokağı, Dava gibi romanlardaki, nedenini bilmediğiniz bir iç karartıcılıkla okumuyorsunuz bu kitabı. Okura vermek istediğinde öyle net yazar, atış yapacağı noktaları belirlemiş bir istikamette ilerliyor. Ve sonrasında sizi istediği sona getiriyor. İçinizdeki şeytanı sorgulamaya, tanımaya çalışıyorsunuz.

Bunu romanının kahramanı Ömer ile sağlıyor. Tüm hikaye Ömer’in içsel hesaplaşmaları, içindeki şeytanın sesi ve o sesi dinleyerek ne kadar bayağılaşabileceğinin seyriyle sürüyor. Buraya kadar sıkıntı yok. Lâkin kendini,içindeki sesi, şeytanını bu kadar iyi tanıyan bir bireyin sıfır irade ile devam etmesi biraz düşündürücüydü. Zira kendini bu denli ifşa edebilen bir kişinin (ki bu hallerinden memnun olmayan)şeytanını susturmak namına hiç bir çaba göstermemesi  söz konusu. Aslına bakarsanız biraz düşündüğümüzde etrafımızda böyle insanlar bulabiliriz. Kendini,yanlışını,doğrusunu bilen ancak yanlışlarının üzerine gitme konusunda iradesiz  insanlar… küçük darbeler küçük kayıplar irade kullanımına teşvik edemez kimi zaman bu insanları. Fakat bir gün hayatlarındaki en kıymetli şeylerden birini veya tekini kaybedince… gerçek bir dönüşüm onları beklemektedir. Kendisini görebilen,noksaniyetlerinin, zaaflarının farkında olan insan elbet birgün değişime girecektir. Ama erken ama geç...eğer başlamak için hayata geç kalmazsa tabi...

O halde bizde nacizane kitaptan bir iki satır aktarmaya başlayalım…

Ne doğru bir söz söylüyor yazar aşıklığa ve maşukluğa dair;

Nasıl muhtaç olduğumuz havayı istemem demeye, mekan içinde bir yer işgal etmekten vazgeçmeye kuvvetimiz yoksa, bize verilen bir aşkı almamaya da iktidarımız yoktur.


Sevdiği kıza ilan-ı aşk ederken dahi içsel sorgusu kendi kendine devam ediyor Ömer’in. Ama ne sorgulama buyurun ;

-…sizi kendim kadar tanıyorum…

(Bundan daha büyük bir zırva olur mu?Kendimi ne kadar tanıyorum ki? Ne basit hilelere başvurdum.)

-…demek ki içime doğdu…Şu halde ruhlarımız birbirine ne kadar bağlıymış görünüz.

(Eğer ruhaların bağlılığı böyle ispatlanıyorsa vay o ruhlara)

Burada bir nebze ayrılacağım yazardan zira bu denli materyalist yaklaşamıyorum duruma. Nihayetinde rabıta ile birbirini eve çağırabilen bir anne babanın evladıyım. Zaten devamını çok güzel anlatıyor yazar.

Manevi hayatımızda, bizim pek de haberimiz olmadan, birtakım hadiseler cereyan ediyor. Bu doğru…İnsan ruhları arasında, şuurun pek de karışmadığı bazı münasebetler var. Bu da doğru diyelim…Fakat bunları arzularımızın hizmetkârı olarak hilelerimize alet etmeye çalışmak…Onların mahiyeti hakkında en küçük bir fikrimiz olmadığına delil değil midir?


Kitabın son sahifelerine doğru Ömer’in kendiyle son kez yüzleşmesi muazzamdı muhterem kârilerim;

İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. (?) Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var… fakat insan olan onu söküp atmasını,yahut boğmasını biliyor. Dokunmadan bırakmak, birgün başını kaldırmasına meydan vermek olur.

Bunca avama hitap eden cümle grubunu havasa tercüme edersek ; Herkes nefis taşır ve nefsi terbiye etmek gerekir.


Kitabın son sayfasındaki bu fakiri en vuran cümle ise şu oldu;

Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla bakacak bir yere çıkmak istiyordum.!

Aynı günümüz insanlarının sendromları; enteresan ve farklı olayımda adam olmaya ne gerek var.Kılımı dahi kıpırdatmadan hayatımı idame ettirirken çalışmak zorunda kalan insanlara da köle gibi,aşağı mahluklar gibi bakayım. Heyhat!


Bu denli sendromal,psişik halleri seyre dalarken tefekkür etmek isteyenlere bir Sabahattin Ali romanı olarak İçimizdeki Şeytan romanı önerilebilir. Tüm kitap severlere iyi okumalar diliyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder