22 Ekim 2013 Salı

Delilik Ülkesinden Notlar - Ayşe Şasa


Bir haftasonu evimden çıkmadan, mümkünse konuşmadan, bir dost ile hasbihal etmek istiyordum. Sınırsızca anlatmak, samimiyet ile dinlemek; gerekirse ağlamak ve tebessüm etmek istiyordum hallerine, hallerime...
İsteğim ütopik gibiydi, şimdinin insanlarını düşündüğümüzde.
Bende bunu bir kitap ile paylaşmak fikrine yöneldim. 
Bu dediklerimi yapabileceğim tek bir kitap vardı; Delilik Ülkesinden Notlar... 

Babamın kitabın ilk boş sahifesine yazdığı gibi; Ayşe Şasa gaflet çölünü geçiyor. Hidayet vadisine yürüyor. Tevhid dağına tırmanıyor ve Hayret yaylasına ulaşıyor. Bütün bunlar yazarın kendi ifadesiyle fikir fırtınasını çok güzel özetliyor.Aşıklar gölünün ortasında Velayet adasına varıyor. Orada ceset kokusu yok yasemin kokusu var. Orada veli dostlar, kuğu misali dolanan peygamber ruhu(ruhları) var. 
İlk sahifeden sonra bende bu yolculuğa eşlik etmeliyim hissiyatı ile başlıyorum diğer sahifeleri çevirmeye...

İlk defa okumuyorum Delilik Ülkesinden Notları sizlerde bir kere okumayın muhterem kârilerim. Çok defa okumalı insan böyle kitapları. Sanki her sahifesi ibret-i alem için...
Kendi delilik ülkenizi keşfetmek için....
Pardon yoksa siz deli değil miydiniz!?

Ne güzel diyor gönlü güzelim;
''Akıllılar dünyası, kendi değerlerini mutlak sayan küçük ilahlar ve ilahelerle dolup taşıyor. Kibir içinde, kendilerinden emin dolaşıyor, konuşuyor, eylem yapıyorlar. Kendilerinden, görüşlerinden, görüşlerinin doğruluğundan en ufak bir şüpheleri yok.
Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisili bir dağ başına çöreklenmiş, dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim. Akıllılardan çok farklı olduğumun bilincini her an taşıyarak, onları gözetliyorum.''

Onu kendi cümleleriyle tanı(t)mak gerekiyor:
''Belli aralıklarla hayatımı kasıp kavuran şizofreni nöbetlerine kendimce bir anlam verme savaşını sürdürmeseydim, bugün artık düşünmeyen, konuşmayan, hiçbir anlamda çevreyle iletişim kuramayan bir varlık durumuna indirgenirdim. Halen duygusal dünyam, benliğim en az kırk ayrı parçaya ayrılmış durumda. Ama en ortada, tepede, hala düşünmeye, sorgulamaya, denetlemeye; kendine, çevreye, hayata anlam vermeye çalışan bir düşünsel merkez var. Her an yıkılabilse de, yıkılmaya hazır olsa da, zaman zaman üç, beş, sekiz, on parçaya bölünse de, o merkezi sürekli ayakta tutmak, her sabah yeniden kurmak zorundayım.(Yazmak ve konuşmak bu savaşın kaçınılmaz bir parçası.)''
Kendinin, varlığının, hastalığının insan bu denli farkında olunca ister istemez o insandan samimiyet, ihlas peydah oluyor. Ve sıcaklığa doğru bir çekim alanına giriyorsunuz.

Meczubun bilincini tanımlarken yakaladığı yerlere lütfen dikkat edin:
''İslam felsefesi, zamanı, her an yinelenen kıyametler olarak kavramlaştıryor ve meczubun bilinci-bilinç akımı- işte bu anlamda, her an kopan, her an yeniden kopan kıyametlerden oluşuyor.''
!!!
Onun kendini bu denli iyi bilişi ve ifade edişi acıtıyor yüreğimi kimi zaman...

Her okuyuşumda ayrı bir etkilendiğim paragrafı var Ayşe Şasa'nın, ama hep aynı yerden vuruluyorum:
''Güncemin bir yerinde şöyle demişim: ''Kıyamet günü, Yaratıcı'ya anlamlı ve onurlu bir hikaye anlatabilmeliyim. Anlam ve onur. Bütün savaşım bu ikisini, cinnet anlarında bile savunmak. Cinnet bir kıyametse, anlam ve onur arayışı kıyamette bile insanı terketmiyor.''
Allah'ım hikayesi anlam ve onur üzerine kurulu olanlarına sahip çık!amin.

Onun(yazarın) dünyası, beni dünyamdan alarak seyre meftun eder adeta. Kitabın bir çok yerinde içim burulsa da şu cümlesinde hep tebessüm ederim:
''Çalı süpürgesinin bile kökleri var. Biz soyumuzu neden reddedelim?''
:)

Çok güzel bir analiz bulurum doğru aristokratında:
''Doğunun dikey olan mutlak ve zamansız tekamül idealleriyle batının yatay olan, zamana, göreceliğe yönelik idealleri bir haç gibi kesişir. Bu haç da şimdilerde yaşadığımız kentin tam ortasından geçiyor.''

Fakirin Ayşe Hanım ile en büyük paydası hayret vadisinde iz sürmesidir. Ve bildiğim tek şey hayret, sırra duyulan hayret ve hayret sonsuza dek bitmeyecek.

Sonra Delilik Ülkesinden Notlar'da yazarın çeşitli dergilere yazdığı makaleler bulabilirsiniz. Mesela bunlardan bir tanesi Ebru'ya Düşen Ateş Denizi başlıklı yazı olabilir. O yazının bir paragrafında kaybolabilirsiniz mesela:
''imtihan potasında imtiyaz kazan. Tekrar bu kapıdan döneceğini zannetme, ateşte gidip sudan döneceksin*'' gerçekten enfes, öyle değil mi? 
İşte hayatın, seyr-i sülûkun tüm sırrını içeren, belki cehennem ve cennet gibi kavramlara aşinalık kurmamıza yardım eden o asli sır, o sihirli, ışıklı va'd...
''Ateşte gider sudan gelirsin''vâ'di.

Elimdeki kitap 10. senesini tamamladı. Ve babamdan bana kaldı. Fakirin izleri kadar onunda izlerini taşır kitap. Onun özenle tırnakladığı paragrafa bakıyorum ; Ayşe Hanım Kemal Tahir'in bir konferansına gider ve Kemal Tahir'den çok etkilenir. O konferanstan bir alıntılama yapar babam;
''Sırtını verdiği değerlerden söz ederken mistik bir heyecanı yansıtıyordu. Son üç yüz yıldır dünyada barışı sürekli ihlal edenlerin bizler değil batılılar olduğunu hatırlattıktan sonra şöyle demişti: ''Bizler şamar yemiş bir büyük devletin adamlarıyız. Şamar yememiş bir takım büyük devletlerin bizim tecrübelerimize ihtiyaçları var.'' 

Muhyiddin Şekûr'den ve Su Üstüne Yazı Yazmak adlı eserinden bahsederken aynı zamanda çok önemli sözlere imza atıyor Ayşe Hanım:
''Geleneğin, tasavvuf aleminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların, tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden. Gelenek tüm ihtişamıyla -pirleri, tekkeleri, şeyhleri,dervişleri, zikir meclisleriyle - gelir, yetişir ve mana aleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca kapsayıcılığıyla el koyar. Gelenek , ezelden ebede değişmez cevheriyle, tüm hakikatiyle , burada bizimledir. Burada ve her yerde, her yerde ve her zamandadır.
Bu vesileyle bir kez daha anlarız ki evliyaların çağlar ötesinden beri uzanan ışıklı ve engin himmetleri üzerimizde olmasaydı, bugün içinde yaşadığımız dünyanın yüzü, kat kat cehennemlerin dehşetengiz karanlıklarından ibaret olurdu.''

Daha öylesi altı çizili, yazılası paragrafım var ki belki; kitabın yarısı...Ancak onların hepsini burada ifşa etmek istemem. El-kıssa: Bu alem zaman içinde zaman, mekan içinde mekandır; bu sırlar ehl-i dünyaya açılmaz.

Madem babamın cümleleriyle başladık kitaba,
özetin sonuna da devam edelim onunla:
 
''Modern insanlar vahiyden ve ilahi anlamlardan koptuğu için gitgide anlamsız bir düzeye mahkum oluyor.''

''Ben intihar eden insanı gayb ile bağı koparılmış varlık diye kabulleniyorum''

''Bir mürşid ile  bir adımda atılan adımı normal insan üç ömürde geçemez.'' Mevlana
!(Kalın puntolu ünlemden olsun)

''Bizim edebiyatımız edep'ten gelir. Batının edebiyatı ise edepsizlikten.''

''Hakikat hastalık gibidir paylaşılmadıkça kurtulunmaz.''

 ''Hakikat bizde kaldığı sürece hakikat olmaktan çıkar.'' Fransız düşünür Baudrillard

Hakikat'i bulmamız dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder