5 Eylül 2013 Perşembe

Bir kitap uğruna ya Rab! (Minyeli Abdullah)



Bundan 10 sene önceydi, çocuktum. Duyguları yoğun bir çocuk… İlk ciddi kitabımdı ;Minyeli Abdullah tabi Bir Öğretmenin Not Defterinden sonra... Vehbi Vakkasoğlu’nun ünlü eserini okuduktan sonra öğretmen olmaya karar vermiştim.
Kitabı okumamın akabinde babam elinde başka bir kitap ile geri dönmüştü. Sanki ''artık benim kitaplarımı okuyabilirsin'' der gibiydi. Sadece ''yaşanmış bir hikayedir'' deyip 1976 yılında aldığı kitabı bana emanet etmişti.
Sayfalarını hemen  çevirmeye başlamıştım bile.Ranzamın köşesinde ağlaya ağlaya bir solukta bitirdiğimi hatırlarım. Bir de etkisinden uzun süreler çıkamadığımı… 
O dönemler yaşıtlarımın anlayamayacağı şeyleri yaşarken, bunları hiçbir arkadaşıma anlatamamak beni yeterince yalnız kılarken Minyeli Abdullah bir teselli olmuştu yüreciğime…
Derken büyümeye başladım. Benimle beraber kütüphanemde büyüyordu. Ve ilk raf her zaman iz bırakanlardan, en sevdiklerimden oluşuyordu. Babamın 1976 yılında basılan kitabı ise o rafın hiç değişmeyenlerinden oluyordu. Defalarca toz alırken elim gider ,selam eder ancak yeniden okuyabileceğime takat getiremezdim. Dile kolay 10 yıl geçtikten sonra yine elim ona gitti. Neler hatırladığımı düşündüm. Çok ağlamıştım. Abdullah’ın hapishane sahnesi ve ölümü zihnimde hala berraktı. Ancak harici pek bir şey hatırlayamıyordum. Okumak lazımdı; yeniden okumak… Ama ne zaman?

Özlemiştim kitap okumayı,İngilizce tatsız tutsuz şeyler okumaktan, literatür taramaktan kaçmak için her türlü mazeretim olabilirdi. Bir nefes gerekti artık. Canım sıkılıyordu iyiden iyiye. Bir hışım ile kitaba yöneldim ve vira bismillah okumaya başladım. 
Yapmam gerekenleri de bir seferliğine yapmayabilirdim diğmi?
İyi ki de terk etmişim o İngilizce kitabı. Canıma bir damla su oldu Minyeli Abdullah. Sonucum ise yine değişmedi. Otobüste,tramvay gözetmeksizin yine çok ağladım. Ancak bambaşka okudum bu sefer. Çocukken dikkatimi çekmeyen nice ayrıntı zihnime mıhlandı. Ve söz verdim kendime 10 sene sonra bir daha okuyacağım. 14 yaşındayken dikkatimi çeken hafızamda kalan görüntüleri hatırladım bir de şimdiyi… Hamd olsun…

Küçük de olsam farkındaydım dindar yaşamak bu memlekette zordu. En basiti ev yaşantımızı arkadaşlarıma anlatamıyordum. Bu durumdan, gelecekte yaşayabileceklerimi tahayyül etmeye gayret ediyordum. Bugün o tahayyül ettiğim yerdeyim. ‘Ahir zamanda din ateştir.’ Ateşi elimize aldık yanıyoruz ya Resullulah…

İnsanın bir duruşu olması gerekti. Öyle derdi babam. Bu duruş muhakkak bedel gerektirirmiş. Bu sebeple babam 18 yaşında düşünce suçundan yargılanmış. Sırf bir duruş yüzünden her sene öğretmenlerime babamın ne iş yaptığını anlatmaktan yorulur olmuştum. Çünkü sürekli iş değiştiyordu. Sebebi; doğru olmaya çalışan bir adam duruşu… işim olmayabilir, çevremde herkes sevmeyebilir hatta kimsem olmayabilir ama bir duruşum olabilirdi… Eyvallah….

Yine küçüktüm. Hiç hayallerim yoktu. Bilakis hayalperest insanları benimseyemiyordum. Hala daha hayalperest insanlarla ilişkilerim çok yüzeysel kalıyor. Bu kadar gerçeklik içerisinde tek bir yalan üzerine yaşarken, bu dünya hayal değil de nedir? Hayal kurmak kendini kandırmak değilse ya ne ? İçinde kandırmak varsa iyi değildir :).Bir tane dünya var ve o zaten yeterince kandırıcı. Bir de kendi kendine atraksiyona gerek var mıydı? Varsa ben bilemedim. Üzülürüm diyordum ama yinede gerçek bir şey uğruna olur diye inanıyordum. Bu yaşıma dek böyle gelirken içerimde tek bir dilek,hayal büyüttüm. Minyeli Abdullah kitabında hatırlayamadığım kısım…Bu sefer ki kâriliğimde en çok o dileğimi bulmak etkiledi beni.
Bir Allah biliyordu bu dileğimi. Zaman zaman sorguluyordum acaba sahih miyim? Niyetimde Saliha mıyım diye? Kimselere açamadığımdan ‘ama ya Rabbi bugün yaşıtlarımın isteyeceğini,seveceğini sadece yaşıtlarımında değil keza nefsimin hoşuna gideceklerini istemeyecek, seni isteyeceğim.’  Bunda bir benlik var mıydı? Ney uğruna insan böyle bir yaşamı diler, hayal eder? Senin için değilse ne için? Ben Saliha bir hatun olabilmeyi Senin için değilse kimin için isteyebilirim ki? Beni benden daha iyi tanıyan Sen bunu sırf eşime hürmeten yapamayacağımı da bilensin. Dileğim Hatice annemin evine buyur ettiği bir mümine olarak ölmek…Bunun salt ibadet,hayır hasenat ile olamayacağını aynı zamanda salih bir kuluna saliha bir hanım olarak da tamamlanması gerektiğini öğrendim. Ama amalar var Allah’ım… insanın senin çizginde yürümek üzere olan bir mümine karşı zaten farklı bir tutum sergileyemeceği aşikar. Ancak bu zamanda kişisel egolar,beylikler o denli çok ki. Öyle bir yazgım varsa işte o zaman asi olmaktan korkarım. (Beni korkularımla imtihan etme nolur!) Bu dileğim hayalim artık adı neyse olması belki güç…çünkü bir büyüğüm şöyle demişti evleneceğin kişi evliya olmayacağına göre onunda nefsi istekleri olabilir. O halde evliya falan beklememek  gerek. Öyle mi Allah’ım? İnsan ne kadar Müslüman duruşa sahip bir aileye sahip olursa olsun daha iyi Müslümanlık hususunda hayallere sahip olamaz mı? Yalnız başına  ne kadar Müslüman olabileceğini,devam edebileceğini sorgulamalı. Destek gerekiyor. Minyeli ailesinin birbirine desteği gibi bir destek. Evlat kaybedip namaza durabilecek bir iman... İyi anlamak gerekiyor diğmi Minyeli Abdullah’ların karşısına Sevde hanımlar. Sevde hanımların karşısına Minyeli Abdullah’lar. Mesele ne Abdullah’da ne Sevde’de mesele insanın kendi nefsinde. İşte tam bu nokta; herkes kendiyle(nefsiyle)uğraşırken bir ömür geçirmek… yol arkadaşlığı üzere terbiye destekçiliği… Hekimoğlu İsmail’in evlenirken hanımına dediği gibi. Bundan sonra ne sen bana ne ben sana uyacağız. İkimizde Allah’a uyacağız…
Senin rızan üzere yaşamak isteyenlere,daha çok yaklaşmak isteyenlere himmet etmez misin?
Eman vermez misin?
Sen ki vermeyi sevmez misin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder