20 Eylül 2012 Perşembe

Senai Demirci- Öldüğüm Gün






Güleç bir insan olduğum söylenir eşrafdan.
Yüzümdeki mütebessim hal hoşuna gitmiş olacak ki ,‘Ölüm sana gülücük olsun’ diyerek noktalamıştı Senai Bey Hocam o gün ki sohbetimizi…
Allah’ım ne güzel bir dua idi bu diye iç geçirmiştim.
Kabul,makbul buyur ya Rab! Senin rızalığın için taşıdığım mütebessim ifademi ölümüme karşıda bana takındır. Amin.

Sohbetimizin son demleri  yeni çıkan kitabı;Öldüğüm Gün olmuştu.
Öldüğüm Gün Senai Hocam için farklı bir kitap,çünkü bir roman efendim…İlk roman.
Nicedir aklımda olsada edinememiştim ,kitabı o gün fırsatdan istifade edindim . Okumaya başladım taa ki şimdiye kadar! O ünlem nedir mi? O ünlem şunu ifade ediyor ki kitabı bitirmem hayli vaktimi aldı. Kolay kolay her kitap da olmayacak kadar zorlandım.Bitirememe sebebim benden,yoğunluğumdan değil a dostlar kitaptan...
Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları’nı okurkende aynı hissiyat ile bitmesini dilemiştim. Ve Nazan Bekiroğlu Hanımefendi Hocam da bunu biliyor olacak ki Nun Masalları’nın okuyucusunun yeri başkadır dermiş. Okumasının ne kadar zor olduğunu kastederek.
Her yazarın sanıyorum böyle bir kitabı bulunuyor. Senai Hocam'ın bir çok kitabını okumuş biri olarak böyle bir kitap ile ilk defa karşılaştım ve içimden;bu kitap da Senai Hocam’ın okuyucu eleyebileceği kitabı olmuş diye geçirdim.
Senai Hocam’ı ne kadar sevdiğim Rabbim’e mağlumdur. Fakat ismimin hakkaniyeti de yine Rabbim'den bana mağlumdur. O yüzden haddimi aşmadan kitabı beğenmediğimi söylemek üzerime vebaldir. Belki de bu fakir nasipsizdi bu kitap nezdinde bunu da gözden kaçırmamanızı temenni ederim.
Peki neden beğenmedim?
Çünkü kitap roman gibi değil,keşke hocam hep yaptığı gibi deneme türünde yazsaydı ;ölümü ve ölmeden önce ölmeyi..
Zaten adından da anlaşılacağı üzere ‘deneme(k)’…biz ölmeden önce ölmeyi henüz deneyebiliriz. Bunu yaşayamadığımız için de roman olup karşı  tarafa hissetirilmesi çok zor bir olay. Hissettiremediğiniz bir konu da ne kadar roman olabilir sizce?
Bir konsantrasyon sıkıntısı var gibi keza kitap da kitabın akışını gerçekten çok etkiliyor.

Birbirinden bağımsız 3 karakter Rüya,Yaşar ve Yazar’ın hikayeleri anlatılıyor romanda. Aslında anlatılan sadece Rüya karakteri gibi çünkü Yaşar ve Yazar da biraz daha deneme boyutuna geçiyor hocam..(Oldum olası sevemem böyle bağımsız karakter hikayelerinin birleşimini fakat en sevdiğim romanlar hep bu şekilde olanlarıdır:) çünkü orada ‘romancı olmak’ işin içine giriyor diye düşünmekteyim.)
O düşünce aktarımı yaptığı yerlerdede çok fazla tekrar ediyor Hocam kendini… Aslında vermek istediği mesajı versede sanıyorum konu Ölmek olunca bu hal oluşuyor. Bilemiyorum.

Beklentimi karşılamasada ben,Nazan Bekiroğlundan Nun Masallarını, İskender Pala dan Kırk Güzeller Çeşmesini  okur bunlara birde Senai Demirci den Öldüğüm Günü eklerim. Çünkü saymış olduğum yazarlar benim nazarımda naz makamındalar. Diğer kitaplarının öyle hatırları var ki…

Kitap Timaş Yayınevinden çıkmış.Tashihi ile ilgili ciddi sıkıntı vardı. Özenilmemişlik gibi…

Velhasıl kârilerim daha ziyade haddimi aşacak bir cümle kurmadan kitapdan altı çizili notlar aktarmaya başlayayım.

Ölüm sonrasını anlatıyor olmamalı bu kitap diyor hocam.
Ölmeden önce ölmeyi anlatsın istiyor.
Konumuz ölüm bile olsa bildiğiniz üzere olmazsa olmaz halimiz; ikiliğimiz,ayrılığımız,taraflığımız…
Yine öyle bir noktaya değinmiş hocam kendisi hüsnü-zan penceresinde:
 ‘Eyüp Sultan’da Hacı Bayram’Da ‘’yılanlı çıyanlı’’ölüm kitaplarından bir sürü vardı. Din buysa,insanlar ‘Bir ölürsen yakarım seni!’’ tehdidiyle hayatlarına yön verecekti demek.İnsanı onurlu yaratan Allah,böylesi onursuz bir yaşamaya niye razı olsundu ki…’’Haşa’’ diye iç geçirdi. ‘’Benim bildiğim Allah sizin bildiğiniz gibi değil!’’diyen  Yakub’u hatıradı,Nuh’u hatırladı.
Sonra hatırladı Sevgili Söz’nü: ‘’Hiçbiriniz Allah hakkında güzel zanda bulunmadan ölmesin!’’
Bu hadise dayanarak da hocam Rabbiyle ilgili hüsnü zan hakkını,ölüm ile ilgili kısmında kullanıyor sanıyorum.
İnsanlar buradan kabir azabının olmadığını veya günahlarının bedelini ödemeyeceklerini zannetmemelidir. Yine sanıyorum ki hocamın buradaki maksadı avama karşı,ölümü ilmiyle araştırmış öğrenmiş müminin zaten çıyandan yılandan korkması söz konusu olabilir mi?
Fakat bu konu çok iki uç içeriyor ve insanı paradoksa sürüklüyor. Bir korku film senaryosu olduğu gerçek. Ama diğer taraf da çok mu iyimser bakıyor inanın çözemedim. Hadisler çıkınca dilim bağlanıyor.. Velakin Rabbimizle ilgili bu fakir de hüsnü zan etme taraftarı(korkuyu bırakmadan).

Yalandır dünya ama sınandığımız gerçek. Derin bir pişmanlığı besliyor avuntularımız. Sonsuz bir mahcubiyeti dokuyor ellerimiz.
İste bu yüzden ölümü ölmeden önce anlamalıyız. Anlayamayacağımızı bile bile anlamaya çalışmalıyız. Göremeyeceğiz ölümü ölene kadar;sadece gölgesi düşecek gözlerimize…

O gölge tüm hayatımızı kapladığında buraya ait hiç bir şeyden zevk alamıyoruz ya hani…

Avuçlarından döküldü varlık,gözünden düştü dünya. Öleceğini biliyordun elbete ama inanmadın hiç. Hep başkaları ölürdü sana göre. Öyle gördün. Hala da öyle görüyor yaşayanlar. ‘başkaları ölür’. Ben değil!’ Bugün’ öleceklerine inanmıyorlar;’yarındır ölüm’diye avunuyorlar. Oysa yaşamak bugünde ölümde bugün.

Avuçlarından döküldü varlık,gözünden düştü dünya…Bir malınıza çok mu değer verdiniz hemen öldüğünüzü düşünün,nasıl dökülüyor o varlık avuçlarınızdan değil mi? Veya en sevdiğimiz varlıkların(anne-baba-eş-yar-evlat) öldüğünü düşünelim nasıl düşüyor dünya gözümüzden,hiçbir ehemmiyeti kalmıyor. Ölüm böyle yaman bir şey,matematik de sıfır rakamına yutan eleman deriz,ölümde aynı sıfır gibi geliyor bana yanına ne kadar büyük haneli bir rakamda gelse sıfıra  çarptığı anda yutuluyor…

Öldüğüm Gün’ün beni en etkileyen sahifesinde bir şekil,şekilde bir mana,mana da bir sevgili...
Bu şekli çizmenin sünnet olduğunu söylüyor Yazar hanımına açıklamasını yaparken,ilk kum taneleri çizmiş bu şekli; ismi Sünnet Çizgisi. Peygamber Çizgisi bu.
Ogün rüzgar sıcak esiyordu. Peygamber eline bir çubuk aldı. Çölün boğucu uğultusu üzerine serin su gibi dökülmek üzereydi sözleri. Çubuğun ucunu kumlara daldırdı. Bir çizgi çizdi. Birkaç kum tanesi uçuştu havada. Sonra bu çizgiyi kesen bir çizgi daha çizdi. Bu daha kısaydı. Sonra üç dört tane daha kısa çizgi çekti birinci çizginin üstüne. Çizgilerin hepsi ilk ve uzun çizgiyi diklemesine kesiyor,sağlı sollu uzanıyordu.
Sonra kısa çizgileri bir kare içine aldı. Ama ilk çizginin ucu karenin dışına taşıyordu. Herkes nefeslerini tutmuş,bu çizgilerin fısıldayacağı sırra gözlerini dikmişti.
‘İşte insan bu…’dedi ilk çizdiği çizgiyi gösterirken. Uzun ama kolayca silinebilen bir çizgi. Kumlar üstünde. ‘Şimdilik’ seçilebilen bir yara gibi toprağın göğsünde. Az sonra hafif bir meltemin bile süpürebileceği zayıflıkta. Haşin çöl rüzgarlarının avucunda bir ümit heykeli gibi cılız,mecalsiz.
Çizgiyi her yanından saran karenin adını koydu sonra. ‘Bu da ecel…’dedi. Unuttuğumuz için az ağladığımız,unuttuğumuz için çok güldüğümüz o amansız kuşatılmışlığı okadar berrak gösterdi ki. Fısıldadı hepimize: ‘Her tarafımız ecel ile sarılı.’ Çizgi yani insan uzun emellerimizle kareyi delip geçeceğimizi sanıyoruz. ‘Bu da inanın emeli…’dedi çizginin dışarı taşan kısmına; ‘İnsan çizgisi’ ‘ecel’in ötesine uzanıyordu.Peygamber,insanın kendi ecelini aşan emeller beslediğini çizgi çizgi gösterdi arkadaşlarına.
Okadar uzun ki emellerimiz;nefesimizin yetmediği yerlerde huzur arıyoruz. Ayağımızın değmeyeceği yörelerde mutlu olmayı umuyoruz. Dört yanımız duvarla çevrili oysa. Dört yanımızda dört ayna. Aynaların ortasındayız şimdi. Aynalar birbirine sonsuzluk vaat ediyor. Sığ yüzlerine yalan söyleye söyleye derin olduklarına inandırıyorlar biribirlerine…
Şimdi karenin içinde kalan,insan çizgisini kesen şu kısa çiziklere bak. İnsan çizgisine gelip dokunuyor,gelip geçiyorlar.’İşte bunlar da insana isabet eden musibetlerdir’demiş Peygamberimiz.’Bir musibet oku yolunu şaşırarak insana değmese bile,diğer biri değer. Bu da değmezse sonunda ecel oku değer.
Üzerine, bu aciz daha fazla kelam edemiyor tefekkür alemine dönüyor…
Gözünüzün,vaktinizin belkide göynünüzün hakkına girmiş olduk helal edin inşaALLAH…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder