Kâri olana…Yani Kur'an okuyucusuna...
Kuran-ı Kerim’i okumaya devam ettikçe, üzerine bir şeyler
yazmak ,not almak,renkli post-it lerimden yapıştırmak istiyorum. Bu fikrimi
duyan kimileri, olur mu öyle şey diye
bakıyorlar yüzüme…Kur’an’a saygısızlık gibi hani. Çok saygılı olduğunuz Kur’an’ı
ne kadar okuyorsunuz? diye sormak
istiyorum, susuyorum.
Maalesef ki bizim Kur’an’a saygı ve hürmet anlayışımız
evimizin en üst köşesine yerleştirip arada bir tozunu almak. Ama ne saygı! Bize
bir kitap gönderildiyse saygımızı hürmetimizi bu şekilde mi göstermemiz istendi
peki?İşte tam bu nokta Engin Noyan o kayıp ayeti aradığını söylüyor. Kur’anı evinizin en en ulaşılmaz yerine
koyun ayetini… ve bulamıyor.
Allah celle şanuhu bize o mubarek kitabı okuyalım,
anlayalım, özümseyelim, içselleştirelim diye yolladı. Kitaba hürmeti ise; içerisindeki
emir ve yasaklara uyarak göstermek şöyle bir yana dursun Kitabımızın kapağını
dahi açmaz hale gelerek gösterdik. Bu algı da bilerek yerleştirildi topluma. Aman dokunma ,aman
yaklaşma, bak bak belden aşağı tutuyor.! Haliyle insan vehmederken yaklaşmaya
zaman kalmıyor. Öyle ki hepimizin
içerisine bunu işlediler. Montumun cebinde olan ipodumdan Kur’an dinlerken bir
an acaba mı diye iç geçirmişliğimi hatırlıyorum.Cebimde değil başımın üstünde taşımam lazım o vakit
ipodu. Taşıyamayacağıma göre kapatmam gerek o zaman. Ne güzel bir sonuç çıkardı
bu hürmet anlayışı bize. Tabiî ki kapatmıyorum, cebimdende çıkartmıyorum
ipodumu.Bütün gün ondan feyizlenmeye gayret ediyorum. Ne oldu şimdi
ben Kur’an-ı Kerime saygısızlık mı ettim? Estağfirullah ya Rabbi. Beni haddi
aşanlardan olmaktan sakın. Bir gün Kitabının muhteviyatına öylesine hakim
olayım ki işte o gün ona; not almaktan, kenarına yazılar yazmaktan dahi haya
duyayım. O gün gelene dek samimiyetsiz
saygıdan sana sığınırım.
Bir kitap özeti yazacaktık oysa diğmi. Afedersiniz muhterem
kâriler. Samimiyetsiz her şey pek bir dokunuyor fakire. Hele Allah’a karşı
samimiyetsiz olmak…
Samimi bir insan Engin amca da, kitapları da... İslama dönüşünden önce de; neyse o halde ki samimiyetle yaşıyormuş.Bir çok alehtarı mevcut bu sebepten midir allhualem.Pek bir dayanaksız eleştiriyorlar gözlediğim kadarıyla. Oysa bu fakir sohbetinden de yazılarından
da oldukça istifa ediyor. Derinlere indiğimizde bir çok konuda (İslam felsefesi muhabbetimize
binayen söyleyebilrim) ayrılıyorum yazardan ancak sevdiklerimizle her konuda
aynı düşünmek zorunda değiliz öyle değil mi? Birini sevmek için aynı düşünmek
zorunda hiç değiliz….
Hasılı Engin Noyan
amcayı seviyorum. Nasıl sevmeyeyim ki içerimdeki her konuya değiniyor. Açıklıyor.
Allah’ın açıklamasını baz alıyor. Ancak fakir biraz da tedbirli yaklaşmıyor
değil. Efendim’in(s.a.v) ferasetli olmak sözünü düstur biliyor ve dikkat
ediyorum. Çünkü piri-üstadı
Muhammed Esed, Zemâhşeri,Razi gibi kelam alimleri ile ilgili farklı tezler ve
yorumlar söz konusu. İtikad açısından Mu’tezile olarak ayrımlarımız olduğu dile
getiriliyor bu saydığım kelamcılarla.
Bu sebeple kitaptan
size aktardığım kısımlar hep Elmalılı Hamdi Yazır hocadan alıntılanılan meallerdir.Tefsir
aktardığım zaman ise kimden olduğunu belirttim. İki kitap süresince de Muhammed
Esed tefsirlerinde hiçbir beis göremedim.(Şii Batıni İsmaili itikadına
dayanmaktadır) Kelam ilmim buna yeterli olamadığından, sormaya soruşturmaya
başladım. İnternette gezinen teoriler harici şiddetli bir redde rastlamadım.Hocalarımızla
yaptığımız istişarelerde ise;o zamana ve devre göre olan kelamcıların kıstaslarını değerlendirdik. Çevremizde bir çok insanın senelerdir Muhammed Esed tefsirleri
okuduğunu öğrendik. Bize şiddetle önerilen ise El Bahrül Medid tefsiri oldu.Kelam
bilimcilerin tefsir üzerine nasıl ayrıldıkları(teknik olarak) hususunda bilgi
edinmiş olduk ziyadesiyle. Bunlara neden olduğu için dahi Allah Engin Noyan
amcadan razı olsun.
Ve bunlardan mütevellit kitabı okurken biraz daha
temkinli olmanız gerekebilir muhterem kârilerim. Zira Ehli Sünnet inancının Mu’tezile
den ayrıldığı kimi küçük nüanslar mevcut kitaplarda.
Münib Engin Noyan’ın Kur’an
Günlüğü 1 kitabı yazarın Kur’an okurken bu fakir gibi ufak ufak aldığı notlarının derlemesinden oluşan bir eser. Kitap Birun yayınlarından çıkmış . Tam bir not defteri
formatında dizayn edilmiş. Hatta öyle ki kitabın son sahifeleri okura ayrılmış.
Kendi notunuzu kendiniz alın denmiş.
Birinci kitap ile ilgili altı çizili satırları sunmak
isterim müsadenizle…aslına bakarsanız her sahifede bir ayet olduğu için her
birinin tefekkürü saatler alır. Ancak maksadımız bal çalmaktır.
Ne güzel bir ayet-i
kerimedir ;adeta inşirah veriyor gönüllere ‘’Öyleyse ,(hakkı inkâr edenlerin
söylediklerine karşı) sabır göster ve daima hatırla ki, sana güçlüklere göğüs
germe gücünü veren yalnız Allah’tır.’’(Nahl-2)
Ve bu ayeti Muhammed Esed şöyle yorumluyor:
Ey herşeye rağmen
‘sabır’ ve ‘itidal’ gösteren kişi, dikkatli ol ki, bu tutumun sakın ‘’ruhani ya
da manevi bir gurur ya da küstahlığın, sahte bir kendine- güvenin, sahte bir
dürüstlük tavrının kaynağı olmasın. Çünkü
sana güçlüklere göğüs germe gücünü veren yalnızca Allah’tır.
Almanya’da çalışan bir berberin iş saatlerinde namaz
kılmanın oradaki zorluğundan bahsederken(sanki burada çok farklı!) gözüme
ilişen sözlerine dikkat kesilelim.
Cenab-ı Allah namaz
kılmamızı buyurduğu vakitlerin, iş saatlerine denk geleceğini- haşa- bilmiyor
muydu? (ki ayetle de sabittir bildiği ‘Gündüzü rızkınızı kazanmanız geceyi
de dinlenmeniz için yarattım’ derken)Bunu
böyle buyurduğuna göre vardır bir hikmeti. Hikmeti varsa bereketi de vardır!
Öyle değimli muhterem kâriler…
Arada botanik bahçesine veya şehr-i istanbulu yüksekten
izleyebileceğim bir yere gittiğimde aklıma gelen ayeti, yazar da tüm park ve
bahçelere levha halinde yazdırma hayalinde :)
Ayet ise şöyle :
Rahman’ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin!(Mülk-3)
İnanan ve az buçuk sorumluluklarını bilen bir çok Müslüman
aynı söylemde ‘Allah iyi, bize taş yağdırmıyor.’ Zihnimde ise şu cümle var bize
nefes aldıracak kadar cömert ve merhametli. Bu haldeki(farzlarını eda etmeyen,sünnete tabi olmayan,kısacası müslüman gibi yaşamayan) kullarına hala daha lûtfediyor. Yani O bizim gibi değil,hiç değil.
Biz ise azıcık istediğimizi yapmayan sevdiklerimize karşı bile hemen bir ceza
kesme meylindeyiz. Bu düşüncelere binayen: Allah bizi neden helak etmiyor?
Biz hiçbir toplumu önceden uyarmadan yok etmemişizdir ve hatırlatıcı
mesajlar göndermeden; çünkü Biz(hiç kimseye) asla zulmetmeyiz.
Gerçek şu ki, bir toplumun fertleri(doğru ile eğrinin anlamından)
habersiz olduğu sürece Rabbin o toplumu yaptığı yanlışlıklardan dolayı asla yok
etmez.(En’âm-131)
Demek ki helak olmuyorsak bilmeyenlerin hatırına.
Bilmiyorlar diye kızmamalı o halde.
Rahmet bilmek isteyipte
bilemeyenlere…
Muhammed Esed ise şöyle yorumluyor:
Yani Allah bir
toplumu, yaptıklarından ötürü ortadan kaldırmak isediği zaman, bunu, o toplumun
seyrek ve geçici sapkınlıkları için değil, fakat tuttuğu günahkârca yollardan
vazgeçmeye inatla yanaşmaması, bu yolda bilinçli ve ıslah olmaz bir biçimde
ısrar göstermesi yüzünden yapar.
İşte en sevdiklerimden bir tane daha:
Allah size yardım ederse, hiç kimse sizinle baş edemez; ama ya O sizi
terk ederse, kim size yardım edebilir? O halde mü’minler Allah’a güvensinler.(Al-i
mran-60)
Elmalılı Hamdi Yazır’dan Müdessir suresinin güzelliğine
erdiğim satırları arz edelim:
Ey o bürünen! Ey o kendisine tevdi edilmiş hakikati halkın nazarından
gizlemeye çalışan Muhammed! O bürünmek, uyumak, rahat etmek zamanı geçti, uyanmak,
görünmek, o hakikati izhar etmek, zahmetler çekmek, meşakkatlere katlanmak,
halkı irşad, etrafı tahtir için ağır yükler yüklenerek azm ile kalkıp hareket
etmek zamanı geldi!
Bürünmek, uyumak, rahat etmek zamanı geçti!
Devam ediyor sure ve daha da güzelleşiyor kurban olduğum :
Bana bırak yalnız yarattığım o kişiyle uğraşmayı, kendisine geniş
imkanlar verdiğim, ve (sevginin şahitleri olarak çocuklar, ve hayatına geniş
bir ufuk açtığım) : buna rağmen o, hâlâ ihtirasla, verdiğimden daha fazlasını
istiyor!
Neymiş demek ki biz böyle insanlarla uğraşmıyormuşuz.
Genç ölümler duydukça içerimden derdim. ‘Ya Rabbi bu insan
azıcık daha yaşasaydı belki seni bulabilirdi. Biraz gençlik, heva heves de var
tabi. Ondan ihmal etmiş olabilir seni. Ama azcık olgunlaşma yaşına gelseydi
olur ha bulabilirdi.’ Neyse vardır Allah’ın bildiği der içsel sesimi
sustururdum. Şimdi ise ben susturmuyorum o mutmaine bir halde susuyor. Sebebi
ise Fatır suresinin 37. Ayeti :
Size düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir ömür
vermedik mi?
Demek ki ne kadar erken ölürsek ölelim düşünmek isteyenin
düşünebileceği uzunlukta bir ömre sahibiz. Ya düşünemeyenler? Onlar zaten
melek… düşünemeyeni sorumlu tutmayacak adil ve merhametli bir Allah’ımız var.
Elhamdülillah… keza bir ayet düşüyor hatırıma hani tefsiri şöyle olan: biz bu
emaneti dağlara taşlara yüklemek istedik taşıyamadılar. Onu ancak insan aldı.
Buradaki emanetten kasıt nedir? Akıl. Akıl emanetini taşıyamazsan ne Allah’ı
bulabilirsin,ne Kuranı anlayabilirsin, ne aşka erebilirsin. Nihayetinde bu
emanet bize hesap verdirtecek bir emanet. Ve o denli ağır bir emanet.
Binaenaleyh bu hesabı umutlu kılacak olan kitabımızın son
ayeti
Ey insan sen(madem ki) zahmetli bir çaba ile Rabbine yönelmektesin
sonunda mutlaka O’na kavuşacaksın.(İnşikak-6)
İnşallah…
Ve Kur’an Günlüğü-2 ile
okumalarımıza devam ediyoruz.
‘’Yoksa siz,
gece boyunca(namazda) secde ederek yahut ayakta durarak kendini (Allah'a)
ibadete adayan, öteki dünyayı gözeten ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse ile
kendinizi bir mi tutuyorsunuz?"(Zumer-9)
"Ey örtülere
bürünen insan! Gece biraz ilerleyince namaz icin kalk; gece yarısı -biraz önce
ya da sonra- (kalk) ve ağır ağır, duyarak Kur'an oku. Biz sana sorumluluğu ağır
bir mesaj tevdi edeceğiz; ve gercek şu ki,gece vakti zihin daha zinde ve güçlü
olur ve okuma daha da berraklaşır, halbuki gündüzleri seni meşgul edecek
yığınla iş var, ama hem gece hem gündüz Rabbinin adını an ve bütün varlığınla
kendini O'na ada."
Haydin
buyrun uykuya!
Üstelik hic
bir mazeret kapımızı açık bırakmıyor ya Rab.
Gündüz
yığınla işinizin olduğunu biliyorum diyor.
Ama Allah'ım
ben uykusuzluğa dayanamam perişan olurum diyemiyorsunuz. Zira uyumayın demiyor
O. Yalnız uyku alışkanlıklarımızla bağdaştıramıyoruz ayeti. Yatsı ne demek? neden
öyle bir namaz koymus Allah? Yatsı günün bitişi demek, istirahate cekiliş
demek. Saat kac 7:30! Biz yatsı vaktinin üzerine en az 5-6 saat daha yasıyoruz.
Sonra Allah'ın emrinin bizi nasıl zorladığından bahsediyoruz. Yo yo kesinlikle
yanılıyoruz. Allah bizi bizden iyi bilen. Bize zulmetmez. Ancak biz bize
zulmederiz. 9 da istirahate cekilen insan, gecesini ayete tabi olarak ihya
edebilir. Hayatının belli bir bölümünde bu tecrübeye sahip olmuş biri olarak
nacizane bu kadar emin söyleyebiliyorum muhterem kârilerim. Oluyor ve cok
bereketli oluyor.
Biraz önce
Allah'ın emri dedim. Okuduğu ayette pek bir emir manası göremeyen varsa bu
meali netlestirelim Müzzemil suresinin 20.ayetiyle:
"Ey
peygamber! Rabbin,senin ve beraberindekilerin gecenin ücte ikisini,yahut
yarısını, yahut ücte birini namaz icin uyanık gecirdiğini bilir. Gecenin ve
gündüzün ölçüsunü koyan Allah, sizin onu küçümsemeyeceğinizi bilir: ve
bu sebeple O rahmetiyle size yaklaşır."
!
...
Aydinlanmak.
Gecenin aydınlanması...
Önce gece
olması gerekiyor diğmi aydınlık icin. Peki ruhun gece olmadan, gecenin dilini
bilmeden aydınlığa kavuşabilir misin ey nefsim? Gece ibadetiyle nefsini terbiye
etmeksizin ruhunu 'aydınlık' kılabilir misin?
Yine
kelimetullah şöyle diyor:
"....sabah
namazı okumasını da tam bir dikkat ve duyarlılık içinde gerçekleştir; çünkü
sabah okumasında insan gerçekten de ulvi olan her şeye
açıktır."(İsra78)
Bunun gibi
daha bir cok ayet mevcut gecenin fazileti ve ibadetle geçirilmesi üzerine…Bir
diğeri de hatta Zariyat suresidir(ilgilenenlere)
Bu Kur'an diri değil mi? Adeta hayat fışkırıyor
içerisinden.
Kur'an
Günlüğü-2 de ideolojik saplantılı insanların hallerini öyle bir dile getirmiş
ki yazar; "bu mudur? budur" diyor insan. Üzerine bir cümle dahi
eklemeden. ;
" Umursamazlıklarından, kendi dünya görüşlerini
ve hayat tarzlarını geçerli, mümkün ve kabul edilebilir tek dünya görüşü, tek
hayat tarzı olarak algılamalarında , yani bir başka deyişle
ilahlaştırmalarından, "demokrasi" ve "demokratik hak"
anlayışlarını nalıncı keseri misali hep kendilerine ve yalnızca kendilerine
yontarak şekillendirmelerinden, dillerinden hiç düşürmedikleri gözde
kavramlarından "empati"yi de aynı şekilde hep kendileri icin ve
yalnızca kendi benzerleri arasında gecerli kılması gereken duygusal bir entelektüel
daaliyet olarak algılamalarından ötürü acı çektirdikleri, zulmettikleri
insanların çözüm arayışı ve nihayet çaresizlik icinde attıkları cığlıkları,
kendilerine karşı yapılmış bir saldırı olarak algılıyorlar –suçluluk duygusu ve
ona bağlı derin bir korku öylesine işlemiş şuuraltlarına! Yüreğinin
yangınını,maruz bırakıldığı haksızlıkları,layık görüldüğü horgörü ve
aşağılanmayı biraz yüksek sesle dile getiren her Müslüman irtica odağı olarak
damgalamaları, hele aynı dertten mustarib iki yada üç Müslüman bir araya gelip ‘’Yahu
biz adam değil miyiz!’’ diye yanık bir sitem nârası atacak olsa daha o gece ‘’şeriat
geliyor’’ kâbuslarıyla inim inim inlemeleri ve sabah uyanır uyanmaz da bilumum
güvenlik güçlerinin –sanki onlar bu ülkede demokratça ve müslümanca yaşamak
isteyenlerin güvenliğinden de sorumlu değilmiş ve de hep böyle düşünüp böyle
davranıyormuş gibi!- vehim ve vesveselerinin güdümünde harekete geçirmeleri hep
bundan değil mi?
En acısı da
şu ki muhterem kâriler, yazar bu satırları yazarken tarih 2000. Şuan ise 2013!
13 senede değişmeyen zihniyetin bir 13 sene sonra değişeceğini de zannetmemek
gerek…(değişerek geliştir ya Rabbi)
Şeriatın kestiği parmak acımaz mağlumunuz. Aman korkmayın bu
şeriat o şeriat değil :)
hani deyimsel olan manada ki…!
Kısasa kısas haktır. Eyvallah. Ancak o kısası belirlemek
bizim için her zaman o kadarda kolay bir iş olmuyor. İşte yine uymamızı
istediği kriteri bildiriyor Allah:
‘’Ama unutma ki, kötülüğü cezalandırma teşebbüsü de, bizâtihi bir
kötülük olabilir; o halde, im düşmanını affeder ve barış yaparsa mükafatı Allah
katındadır,çünkü O,zalimleri sevmez.’’(şûra 40)
Ve devam ediyor ayet ’’ …..Ama bilin ki, kim sıkıntıya göğüs
gerer ve affederse işte bu,gönülden istenen bir şeydir.’’
Yine şahane
bir cevap ile karşılaşıyorum kitapta. Sizinde etrafınızda var mıdır bilmiyorum
hani ‘ben Kur’an’ı okudum.’ diyen insanlar. Sanki takdir etmem gerekiyormuş
gibi bir edaya bürünüyorlar. Sanki bana bir koz olarak kullanmak isterler gibi.
Sanki çok aykırı ve beklenmedik bir eylem gerçekleştirmişler gibi. Sanki okuduğuyla
amel edebilmiş veya okuduğunu anlayabilmiş gibi. Ama ‘okudum’…!
Evet lutfeden
,okuyan ve yeterli görenlere…el-cevap:
Mübarek Kur’an’ı gerçek anlamda ve
gereği gibi okuyan hiç kimse, Kur’an okuma eylemini bildirirken di-li geçmiş
kipini kullanmaz, kullan-a-maz!
Mübarek Kur’an’a gerçek anlamda ve
gereği gibi muhatap olma gayretini gösteren kişi onun mucizevi yapısını çok
geçmeden kavrar ve daima,onu yüz defa, bin defa hatmetmiş olsa dahi,asla di-li
geçmiş kipinde ‘Ben Kur’an okudum!’ demez, geniş zaman kipini kullanarak ‘Ben
Kur’an okuyorum!’ der. Çünkü o mubarek Kitap başlar ama asla okumak la bitmez! Her
bitiriş samimi Kur’an okurunu yeniden başlangıca taşır.
Odama levha
yapıyorum bir ayeti. O ayet ki balyoz gibi iniyor yüreğime. Adaletten merhamete
sığınmayı dilediğim şu günlerde. Nasıl bir teslimiyet ve rahatlık aşılıyor bir
yandan.
‘’Rabbine inanan kimse
hiçbir zaman ziyane veya haksızlığa uğrama korkusu duymaz’’(Cin 13) Uzun uzun tefekkür edilesi…
Bir son duvar
kağıdım daha en sevdiklerimden olan Rad suresinden oluyor.(11)
‘’Gerçek şu ki, insanlar
kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu deştirmez….’’
NOT:Bir süre size kitap özeti yazamayacağım muhterem kâriler. Sessizliğimiz, feyziniz olsun dileriz...
çok güzel yorumlamışsınız Allah razı olsun
YanıtlaSil