Bir teselli
lazımdı yüreğime…
Siz de
insanlar tarafından teselli edilemeyenlerden misiniz yoksa?
Kimseyi
aramışlığım yoktur ‘ben iyi değilim’ konuşalım diye. Nedenini düşünürüm zaman
zaman. Çevremde o denli güzel insanlarım varken neden yardım istemem diye.
Sanırım biliyorum nedenini; fakir gönlümü teselli edecek bir kelâm veya arkadaş
nasamimi geliyor bana. Yapmacıktan teselli sözleri değmiyor bile içerime. Bu
yapmacıklık kişilerden değil zira, sözlerin kifayetsizliğinden… bu sebeple ben
tesellimi hep Yaradan’ın huzurunda aradım. Acıları, üzüntüleri daha gerçekçi
bir şey ile teselli etmeliydi. İnsanlar, sözler ise kimi zaman acı kadar gerçek
olmuyordu. Ama Yaratıcı ile irtibat kurduğunuzda öyle mi? O bütün sıkıntılardan
daha gerçek.
…
Hasılı
kelâm, yine bir fuar zamanı Timaş yayınevi standındaki satıcı arkadaşın önerisi
üzerine edindiğim bir kitap Teselliler Kitabı. Yazarı Yusuf Özkan Özburun’u ise
ilk defa okuyorum. Yalnız daha okuyacağa benziyorum. Sosyoloji-psikoloji
üzerine uzmanlaşan Yusuf Özkan Özburun, deneme ve şiir üzerine 10’u aşkın esere
sahip.
Teselliler
Kitabı, çeşit çeşit insan sendromlarının nasıl teselli edilmesi gerektiğine
dair bir deneme kitabı.
-Anlamsızlığın
Tesellisi
-Yalnızlığın
Tesellisi
-Hüznün
Tesellisi
-Ölümün
Tesellisi
-Ayrılığın, Çirkinliğin,
İhtiyarlığın, Aşk Acısının … ve daha pek çok şeyin Tesellisi mevcut kitapta.
Altı çizili
satırlarıma gelince:
‘’Ancak
yalınlaşanlar, yalanların farkına varabilir…’’diyor yazar. Üzerinizdeki
yüklerden sıyrıldıkça yalanlar aşikar olur gönlünüze. Ve işte ancak o zaman
özgürleşir insan. Yalınlaşmak dünyadaki yalanların bir bir farkına varmak
aslında.
Tebessümüme
sebep olan birkaç satır ise şöyle:
‘’…kendini
mutlak yalnızlık içinde hissetmenin sebebi, varlığın özü olan melek hakikatini
bilememek ve meleklere iman konusunda aşama kaydedememekle ilgilidir.(bu husus
ince bir sır olarak sana emanet kalsın!’’(meleklere inanmak)
Daha ziyade
kitabın son sahifeleri ilgimi çekiyor. Özellikle de İyi Çocuklar
Yetiştirememenin Tesellisi… İşim olduğundan, sevdam olduğundan daha bir
dikkatli okuyorum o sayfaları. Velilere iyi çocuk yetiştirmenin sırlarını
verdikçe, içsel olarak acaba Allah bana da o şerefi layık görürse ‘ne
yapacağım’ diye endişelenirim. Ebeveynlere tavsiye ettiğim öğretileri
uygulayamamaktan korkarım. Ahir zamanda çocuk yetiştirme endişesi teselli edilesiymiş
meğer. Seminerlerde anlattığım, yaşamımla harmanladığım öğretilerim yazar
tarafından da onanmış.(Psikososyal analizci olması hasebiyle bu önemli)
Umarım siz
de teselli olursunuz;
‘’…Bizim
zannederiz onları, fani varlığımızın devamı gibi düşünürüz. Ne de çok yanılırız…
biz onların elinde, yüzünde, yüreğinde devam edeceğiz diye avunur, hayata
tutunuruz. Ah o çiçeği burnunda gülüşleri, ıtırlı dokunuşları, hayallerin
koynunda bir çocuğa duyulan özlemlerin mayhoş sözleri… Bir tatlı meyvenin
düşünde kıvılcımlanan aşk rüyaları… oysa hayal kurdukça kırılma ihtimali artar,
kurulan kırılır, bu böyledir.
Yemez
yedirir, giymez giydirir, uykusuz geceleri birbirine ekleriz. Çalışır çabalar,
ömrümüzden sağlığımızdan, zevklerimizden isteklerimizden yırtar çocuklarımıza
yamarız. Onları santim santim büyütür, el kadar bir et parçasından boylu boslu
erkeklere, endamlı kızlara dönüştüren her türlü imkanı seferber ederiz. Onlar
büyür, biz küçülürüz…
Bir de
bakarız ki bambaşka insanlar olmuşlar, bizden farklı kişilikler, alışkanlıklar
geliştirmişler. İstediğimiz, düşlediğimiz, karşımızda görmek istediğimiz tarzda
olmamışlar…
Bizi
beğenmeyen, adam yerine koymayan, hatta bazen en bayağı muameleyi layık gören,
en ufak istekleri olmadığında acımasızca eleştiren, mutsuz, tatminsiz
varlıklara dönüşmüşler… işte bu yıkımdır, tarifsiz bir iç kanamasıdır, dudağını
ısıra ısıra kanatmanın ta kendisidir. Fakat soru şudur: Bizim istediğimiz,
düşlediğimiz nasıl çocuklardı ki? Bunlar doğru istekler ve doğru düşler miydi?
Hâla öyleler mi? Elma ağacına bakıp bakıp ayva düşleyen birinin düş kırıklığı,
isteklerinin karşılıksız çekler gibi dönmesi normal değil midir?
Onları hangi
yönde teşvik ettik, nereye sevk ettik? Bedenlerinin gelişimine, yedikleri
yiyeceklerin kalori miktarına, boylarına, kilolarına, okul başarılarına,
kariyerlerine, ev ve araba sahibi olmalarına özen gösterdiğimiz kadar
terbiyeleri, bakış açılarını genişletmeleri, kalplerinin ve vicdanlarının
gelişmesi, Rabbini tanıyan, ahreti gözeten, fedakarlığı bilen, zorluklara
sabırla katlanabilen, nimetlere şükreden hakiki insanlar olmaları yönünde ne
yaptık? Kimleri örnek gösterdik, kimleri imrenerek, gıpta ile bakmalarını
sağladık?
‘Taklit
edecek güzel örnekleri olmayanlar nadiren gelişebilirler.’ sözünün anlamını ne
kadar düşündük?
Su kendi
mecraına bırakılsa kendi doğal seyrinde akar, akmam demez…Anadolu köylüsünün
irfanıyla söylersek, ‘Su akar, çatlağını bulur.’ Biz o yola kendi
komplekslerimizden, kaprislerimizden, geçmişimizin noksanlarını telafi
çabasından, bitimsiz hırslarımızdan barikatlar kurarız. Çocuklarımız kendi
fıtrat seyirlerinde akacakken bu barikatlara çarpa çarpa yolunu izini kaybeder.
Uygun ortamlar hazırlayarak, gereksiz müdahalelerden kaçınarak, çocuğun
içindeki insanın gelişmesi için zemin hazırlasak, o tohum halindeki insan
serpilip çıkacaktır…Fakat biz boş durmayız, bazen iyi niyetle, bazen kendi
doğrularımızın itmesiyle sık sık müdahale ederiz, iyi bir örnek olarak güzeli
temsil etmek yerine konuşarak, karışarak her şeyi karıştırırız. Örneğin,
başarıyı sadece rakamlarda ve unvanlarda arayan ve değişik sebeplerle rekabetçi
ve başarıya odaklanmış anne babalarsak, başarı uğrunda belki çocuğumuzun bütün
iç ayarlarını bozarız. Belki sonuçta bizim istediğimizce başarılı da
olabilirler ama yaralar içinde bir kişilik, yanlış alışkanlık ve takıntılar,
problemli bir iç dünya miras kalmış olabilir… Yapılması gerekense ortam
hazırlamak, yön göstermek, telkin değil tebliğ idi, toprağın cinsine ve
özelliklerine uygun tohum ekmekti. İçimizdeki kötücül duygu ve düşünceler bir
aynada akseder gibi çoğu kere onlarda tecelli eder, lakin bilemeyiz bir türlü.
Teselliler
tesellisi bir yaşayışın sahibi, görünen görünmeyen yaralarımızın eczacısı
Hazreti Peygamber’in, yanında yetişen Hazreti Ali ve Enes gibi çocuklara
tamamen iyi örnek olmanın dışında, neredeyse ‘Bunu niye böyle yaptın’ bile
dememiş olması hayrete ve dikkate şayandır. Güzel örneklik, önce kendinde temsil
etme, bir şeyi suni bir şekilde dayatmak yerine halinle gösterme, hesaplı
davranmak yerine samimi ve doğal davranma(ilahi ölçülerin ince ayarlarına uygun
olarak) hususunda zafiyet ve noksanlık arttıkça, didikleme, örseleme ve
müdahalecilik artıyor diye hissediyorum…
Çocuk
eğitimi diye bir şey yoktur aslında. Sadece nefsimizin terbiyesi vardır. Onlar
bize kendimizi arıtmayı, sabrı kararı, ilmi irfanı, fedakarlığı, hayatın sözsüz
bilgeliğini edinelim, daha çok insan olalım diye birer vesile olarak verilmiştir.
Onlarda gördüğümüz kötü huylar, hayal kırıklıklarımız ceylanı kovalayarak
çevikleştiren bir çıtanın işlevi gibi vazife görür, daha doğrusu görmelidir. Bizlere
çocuklarımız yönünden gelen her atak, her yıkım bir tür gelişim ve değişim
çağrısıdır. Dönemlere göre bu saldırı ve açmazların türü değişir ki biz de
kendimizi yenileyelim, yeni donanımlar edinelim, güncellenerek
değişebilelim…İlk bebeklik hallerinin atakları başka, çocukluğun başka,
gençliğin başka, yetişkinliğinse bambaşkadır.
Bir
karikatür hatırlarım ki üstünde durulmaya değer: İlk karede bir adam elinde
çekiç ve spatula, önüne oturmuş bir çocuğun kafasına şekil vermektedir ve şekil
dörtgendir. İkinci karede, adamın kafası görünür ve o kafa da dörtgendir…
Süreç
tersine işlemeli değil midir? Kendimizi şekillendirmemizin bir yolu olarak
çocuklarımızn terbiyesi ile meşgul olmak. Eskiden kullanılan ‘talim’ ve
‘terbiye’ kelimelerinin anlam derinliği nerede, ‘eğitim’ sözcüğünün eğ’meyi ve
itme’yi çağrıştıran iticiliği nerede? Talim, yani ilim üzere pratikler yapmak.
Terbiye, yani tüm kâinattaki düzene uygun hale gelip Rabbi tanıma süreci… Uzun
lafın kısası, önceleri çocuk eğitimine dair üç adet teorim vardı, şimdi ise ne
çocuğum ne de teorim var. J
Hem ‘âlimden
zalim, zalimden âlim çıkabilir’ denmesi boşuna mıdır? İnsan konusunda hiçbir
matematiğin tam anlamıyla tutmayacağı malum değil midir? Sen ince fikirlisin
diye çocuğun da ince fikirli olacak, sen çalışkansın diye çocuğun da çalışkan
olacak, sen dikkatlisin diye o da dikkatli olacak, sen başarılısın diye o da
başarılı olacak, sen belli konularda hassassız diye o da hassas olacak sen
bilmem şu görüştesin diye o da mütedeyyin olacak diye sabit bir kaide mi var?
Bu meselede iki kere ikinin hiçbir zaman
dört etmediğini bilmiyor musun? Bunu sana tufanın azgın dalgalarında öz oğlunu
çok uğraştığı halde kurtaramayan Hazreti Nuh öğretmedi mi? Tüm pedagoji
kurallarına riayet edersin, tüm insani vazifelerini hakkıyla yerine getirirsin,
gerektiğinde çok güzel örnek olursun, yediği lokmadan içtiği suya kadar her
şeye ince ayar dikkat edersin ama yine sonuç bambaşka olabilir, çünkü bir
zorunluluk ve kesinlik yoktur. Sebeplerin sonuçları kesinkes doğurmadığının en
bariz delili çocuk yetiştirmektir… Senin vazifen çocuk ezanına anne babalık
ibadetiyle icabet etmek, üstüne düşenleri yapmak ama sonucuna karışmamaktır,
sonuç odaklılık hüsranın en büyük sebeplerinden biridir…
Ne ki
çocuklarımızı sahipleniriz, çoğu kez onların efendileri olduğumuz sanısına
kapılırız da üzerlerinde tam anlamıyla tasarrufta bulunacağımızı, onları bir
heykeltıraşın çamuru şekillendirdiği gibi kıvama sokacağımızı zannederiz. İşte
yıkımın kökü burada başlar… onlar sahibi olduğumuz tarlalar değildir, olsa olsa
sadece emanetçi çiftçileriz…
Çiftçi
haddini bilir: Onun vazifesi mevsiminde tarlayı iyice sürmek, tarlanın toprak
yapısına uygun ahsulün tohumunu saçmaktır. Mahsulü zararlı haşerelerden
korumak(tabi her haşereyi zararlı sanmamakJ), vakit vakit sulamaya ve
gübrelemeye dikkat etmektir. Fakat sonuçta mahsul bitmezse ya da yeterli
miktarda olmazsa bu çiftçinin alanına girmez. O vazifesini yapmıştır.
Çiftçi yine
bilir ki her tohum aynı zamanda çatlamaz. Atılan her tohum aynı zaman diliminde
yeşerecek, boy verecek diye bir şey söz konusu değil… Her tohumun, her
çekirdeğin yapısı konulduğu toprağın cinsine de bağlı olarak farklı bir gelişim
seyri gösterir, tabiatı farklıdır…Meşhurdur, Çin diyarında bir bambu türünden
bahsedilir…Bu bambunun çekirdeğini diken çiftçi tam beş yıl boyunca çekirdeği
sular, hiçbir kımıltı yoktur ama o sulamaya devam eder. Sonunda o çekirdek
yaklaşık bir haftada yirmi yedi metre boy atar, muhteşem bir ağaca dönüşür…
Bir
çiftçiyiz unutmamalı!
Bunların
harici kitapta bir de Aşk Acısının Tesellisi başlıklı yazı dikkatimi çekti. Onu
okumak ise kitabı edinenlere nasip olsun.
Eğer
gerçekçil sonuçlara dayandırılmış sözler sizi teselli ediyorsa; Teselliler
Kitabı’nı edinebilirsiniz, muhterem kâriler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder