Sabahattin Ali’den İçimizdeki Şeytan…
Sabahatttin Ali’nin şair kişiliğidir onu ilk tanımama vesile
olan. Ahmet Kaya şarkıları sevdalılarının da farkında olmadan onun
şiirlerini okuması söz konusu pek tabi.
Burada çiçekler açmıyor
Kuşlar süzülüp uçmuyor…dan tutunda
Göklerde kartal gibiydim
Kanatlarımdan vuruldum’ a kadar bir çok Ahmet Kaya
parçasının sözleridir Sabahattin Ali’nin şiirleri.
Şiirlerinden sonra romanlarına heves ediyor ve okumaya
başlıyorum. Toplamda 3 romana(Kürk Mantolu Madonna,Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan) sahip yazar. Ve daha bir çok hikayeye…
'İçimizdeki Şeytan' öncelikle çok güçlü bir kitap ismi diye düşünüyorum.Ve bu
gücün arkasını dolduracak denli içerik bekleyerek başladım okumaya. Lâkin…bir
nevi sükut-u hayal oldu payıma düşen evvela.
''İçimizdeki Şeytan'' bir Kuyucaklı Yusuf bir Kürk Mantolu
Madonna değil öncelikle bunu kabul edelim. 3 romanında belki de en zayıfı.
İsmindende
anlaşılacağı üzere karamsar bir kitapla daha karşı karşıyayız. Ancak burada
yazar neden bu karamsar havayı çizdiğini okuyucaya çok iyi belletiyor. Başka yazarlardan Midak
Sokağı, Dava gibi romanlardaki, nedenini bilmediğiniz bir iç karartıcılıkla
okumuyorsunuz bu kitabı. Okura vermek istediğinde öyle net yazar, atış yapacağı
noktaları belirlemiş bir istikamette ilerliyor. Ve sonrasında sizi istediği sona getiriyor.
İçinizdeki şeytanı sorgulamaya, tanımaya çalışıyorsunuz.
Bunu romanının kahramanı Ömer ile sağlıyor. Tüm
hikaye Ömer’in içsel hesaplaşmaları, içindeki şeytanın sesi ve o sesi
dinleyerek ne kadar bayağılaşabileceğinin seyriyle sürüyor. Buraya kadar
sıkıntı yok. Lâkin kendini,içindeki sesi, şeytanını bu kadar iyi tanıyan bir
bireyin sıfır irade ile devam etmesi biraz düşündürücüydü. Zira kendini bu denli ifşa edebilen bir kişinin (ki bu hallerinden memnun olmayan)şeytanını susturmak namına hiç bir çaba göstermemesi söz konusu. Aslına bakarsanız
biraz düşündüğümüzde etrafımızda böyle insanlar bulabiliriz. Kendini,yanlışını,doğrusunu
bilen ancak yanlışlarının üzerine gitme konusunda iradesiz insanlar… küçük darbeler küçük kayıplar irade
kullanımına teşvik edemez kimi zaman bu insanları. Fakat bir gün hayatlarındaki
en kıymetli şeylerden birini veya tekini kaybedince… gerçek bir dönüşüm onları
beklemektedir. Kendisini görebilen,noksaniyetlerinin, zaaflarının farkında olan
insan elbet birgün değişime girecektir. Ama erken ama geç...eğer başlamak için hayata geç kalmazsa tabi...
O halde bizde nacizane kitaptan bir iki satır aktarmaya başlayalım…
Ne doğru bir söz söylüyor yazar aşıklığa ve maşukluğa dair;
Nasıl muhtaç olduğumuz
havayı istemem demeye, mekan içinde bir yer işgal etmekten vazgeçmeye
kuvvetimiz yoksa, bize verilen bir aşkı almamaya da iktidarımız yoktur.
Sevdiği kıza ilan-ı aşk ederken dahi içsel sorgusu kendi
kendine devam ediyor Ömer’in. Ama ne sorgulama buyurun ;
-…sizi kendim kadar tanıyorum…
(Bundan daha büyük bir
zırva olur mu?Kendimi ne kadar tanıyorum ki? Ne basit hilelere başvurdum.)
-…demek ki içime doğdu…Şu halde ruhlarımız birbirine ne kadar bağlıymış
görünüz.
(Eğer ruhaların
bağlılığı böyle ispatlanıyorsa vay o ruhlara)
Burada bir nebze ayrılacağım yazardan zira bu denli
materyalist yaklaşamıyorum duruma. Nihayetinde rabıta ile birbirini eve
çağırabilen bir anne babanın evladıyım. Zaten devamını çok güzel anlatıyor
yazar.
Manevi hayatımızda,
bizim pek de haberimiz olmadan, birtakım hadiseler cereyan ediyor. Bu doğru…İnsan
ruhları arasında, şuurun pek de karışmadığı bazı münasebetler var. Bu da doğru
diyelim…Fakat bunları arzularımızın hizmetkârı olarak hilelerimize alet etmeye
çalışmak…Onların mahiyeti hakkında en küçük bir fikrimiz olmadığına delil değil
midir?
Kitabın son sahifelerine doğru Ömer’in kendiyle son kez
yüzleşmesi muazzamdı muhterem kârilerim;
İyilik demek kimseye
kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
(?) Bende bu fena cevher fazla miktarda
mevcutmuş. Belki herkeste var… fakat insan olan onu söküp atmasını,yahut
boğmasını biliyor. Dokunmadan bırakmak, birgün başını kaldırmasına meydan
vermek olur.
Bunca avama hitap eden cümle grubunu havasa tercüme edersek
; Herkes nefis taşır ve nefsi terbiye etmek gerekir.
Kitabın son sayfasındaki bu fakiri en vuran cümle ise şu
oldu;
Adam olmak değil,
enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla bakacak bir
yere çıkmak istiyordum.!
Aynı günümüz insanlarının sendromları; enteresan ve farklı
olayımda adam olmaya ne gerek var.Kılımı dahi kıpırdatmadan hayatımı idame
ettirirken çalışmak zorunda kalan insanlara da köle gibi,aşağı mahluklar gibi
bakayım. Heyhat!
Bu denli sendromal,psişik halleri seyre dalarken tefekkür
etmek isteyenlere bir Sabahattin Ali romanı olarak İçimizdeki Şeytan romanı önerilebilir.
Tüm kitap severlere iyi okumalar diliyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder