Uzun zamandır takip ettiğim, akademik
birikimine çok güvendiğim, aldığı eğitim ile bulunduğu coğrafyanın kültürünü
harmanlayabilmiş benim için önemli bir isim İnci Vural. Bir pedagog.
Oyun atölyeleri düzenler genelde.
Çok medyatik işleri yoktur sosyal medyada
fakat işin içerisindeki birçok isim tarafından bilinir.
Kitap yazdığını duyunca çok sevindim hele
ki ‘zor bir çocuğum mu var acaba?’ diye düşündüğüm zamanlarda kitabın başlığını
görünce vuruldum ; ‘’Zorlayan ve Zorlanan Çocuklar’’
Kitabı okurken de bitirdikten sonrada ‘iyi
ki’ dediğim çok an oldu.
İnci Vural anlatmak istediklerini kısımlara
bölmüş; girizgahta anne- babalık kavramlarını ele alıyor, daha sonra bir
insanın gelişim sürecini; zihinsel, duygusal, ahlaki bir çok bölümü tek tek
açıklıyor.
Kitabın son bölümü ise zorlayan çocuklar
kategorisi… örnek ve çözüm alternatifleri ile destekleyerek büyük destek
veriyor.
Zorlayan çocuklardan evvel biz ebeveynler
olarak çocuklarımızı zorlayıp zorlamadığımızı sorgulatıyor. En sonunda tüm
bunlara rağmen yine de zorlayan bir çocuk olabilir noktasına geliyor. Ancak
kanaatim ekseriyette kesinlikle biz çocukları zorluyoruz. Sonrasında da
zorlandığımızı düşünüyoruz.
Annelik herkes için başka bir tanım
muhakkak ancak benim için;
Tam bir öze dönüş…
İç sesinin en yüksek volümdeki hali…
Çocuk, anne-babaya en yakın ayna.
Bakmasını bilebilirsen, rehabilitenin,
tekamülünün başlangıcı.
İnsanın kendi sınırlarını, uçlarını, anne-babasından
getirdiği geçmişini, ilişkilerdeki rolünün kabak gibi göründüğü bir süreç.
Tabiki farkındalık düzeyi yüksek insanlar
için bu söylediklerim.Bu görmek işi.
İç dünyasına bakabilen insan sayısının
azaldığını düşünürsek annelik tanımıma absürtçe bakan çokça yüz gördüm ve de
göreceğim…
Fakat tam bu noktada aslında doğru
tanımladığımı okuyorum kıymetli pedagoglardan. Aynen böyle olmalı diyorlar.
Anne kendi beyninin, duygu dünyasının farkına vararak yaklaşmalı evladına…Çünkü
sadece bebek size ayna değil. Zahiren ilk ayna, annedir çocuğuna.
Tutarlı ve doğru yapılan aynalama işlevi
ile bebek kendi duygularını tanımaya başlar işte bu noktada annenin kendi
kendisini tanımasının önemi ortaya çıkmaktadır.
Ebeveynlerin çocuklarında davranışlar ile sağ beyin ve sol beyin kullanımlarını
aktifleştirebileceği üzerine bir çok
bilimsel çalışma var (bu konu ile ilgili daha sonra uzun uzadiye yazma
düşüncesindeyim).
Düşünce ve duygunun beyinde buluştuğu yerin
adı; Prefrontal amigdala bölgesi. Yaşamımız boyunca hoşlandığımız-hoşlanmadığımız
şeylere ilişkin bilgilerin hazinesini açan tek anahtar buradadır.
Bu bölgenin erken çocukluk döneminde nasıl
inşaa edildiğine dikkat çekiyor yazar.
Duyguların iç dünyamızın mimarisi olduğu bu mimarinin üzerine zihinsel gelişim süreci ekleniyor.
Anladığım o ki akl-ı selim insanlar
dediklerimizin, akılları ön planda gibi gözükse de aslında arka planda ne kadar
sağlam bir duygu-durum psikolojileri bulunuyor heyhat!
Yani bugünün annelerinde gözlemlediğim (ki
onlar benim velilerim, danışanlarım) çocuklarının hep zeki ve başarılı
olmalarını istiyorlar. Kimse çocuğunun duyusal, duygusal kapasitesinin zenginliğinde değil…
Altı çizili satırlarım da buna istinaden;
Düşünen coşkulu annelerin çocukları ile olan iletişiminde zeka
gelişimini destekledikleri ortaya çıkmış.
Düşünen coşkulu anneden kastımız nedir?
Çocukların sorularına hızlıca evet ya da
hayır cevapları vermeyen ebeveynlerden bahsediyoruz. Günlük yaşamın
koşturmasında bulunan ebeveynler genellikle evde yorgun ve çocuğun cevaplarını
hızlıca vermek isteyen anne babalara dönüşüyorlar. Fakat bu durum çocuklarda
zaten son sözü hemen duydukları için farklı düşünceler geliştirip bizi ikna etmeye
çalışmak için alternatifler düşünme fırsatını engeliyor.
Aslında zekânın gelişiminde en önemli kriterlerinden
biri altanetif ile düşünebilme becerisidir.
Biz kesin ve hızlı cevaplar vererek aslında
onun zekasını kullanma şansını da engellemiş oluruz.
Örneğin; evet diyeceğiniz bir arzusuna bile
bunu yapmazsa nasıl hissedeceği? yaparken kendisini nasıl hayal ettiği ? ona
göre sizin buna nasıl bir cevap vermenizi beklediği? gibi SORULAR sorarak 3- 4
tur attırırsanız güzel bir esnek düşünme ve düşünce egzersizi yaptırmış
olursunuz.
Anne ve babalarımızın meşhur ''bakarız...'' kelimeleri geldi aklıma :)
bizimkiler ne çok kullanıyorlardı bu kelimeyi...bir kere de ''tamam de'' diye kızdığımı hatırlarım babacığıma...
Çocuklarımızın duygu dünyası demişken…
Kitapta çok etkilendiğim bir bakış açısı
yakaladım. Muhtemelen sahip olmadığım ve yine muhtemel böyle bir diyalog
yaşayacağımı sezinlediğim…kesinlikle not ettim. Başıma gelirse de
uygulayabilmek dileğiyle…
Çocuğun duygusal yapısını zenginleştirmek
adına bir örnek verecek olursak;
örneğin annesi ona yemekten
önce çikolata vermediği için çok kızan bir çocuk: ‘’senden nefret ediyorum, hiçbir istediğimi yapmıyorsun’’ dediğinde bunu gerçeklik algısı ile değerlendiren
ve çocuğuna daha çok kızan yada küsen anneler bile olabiliyor. Bu durumdan
çocuğun çıkaracağı sonuç nedir? ‘’ Aman Allahım annem bu kadar kızdığına göre ben
annemi gerçekten sevmiyorum.’’
Bu algı ile çocuk daha da çok huysuz ve sinirli
olur, çünkü o bunu söylerken aslında tam da bunu demek istememişti, ama siz
böyle aldığınız anda tamda öyle söylemiş gibi oldu.
Anne ona kızmak yerine ‘’Ayyy
bu kadar mı korkunç görünüyorum gözüne?’’, ‘’demek o kadar istiyorsun bu çikolatayı’’
vs. gibi cümleler kursa, çocuğa anlaşıldığını hissettirecek hem de aslında
annesine karşı bile böyle kötü hisler besleyebileceğine ve buna hakkı olduğu
mesajını alacaktır. Böyle hissediyor olmasından dolayı korkuya kapılmayacaktır.Ancak
böyle hissediyor diye tabii ki size vurmasına izin veremezsiniz. Belki çikolata
konusunda da geri adım atmazsınız ama sadece bunu konuşulabilir olduğunu
göstermek bile tartışmayı bitirebilir.
Burada somut algıya takılma tuzağı iki
yerde olabilirdi; birincisi ‘’çikolatayı yersin yemezsin’’ konusunu uzatmak ikincisi
de ‘’nasıl böyle dersin ben senin için bu kadar fedakarlık yaparken’’ noktasına
gelmek.…
Sadece yukarıdaki gibi birkaç soru sormak
sonra da ‘’Yaa sen şimdi böyle diyorsun ama kızdığın için…yoksa sen tabi ki
beni seviyorsun’’deseniz, birçok ikna, telkin ve mesaj içeren cümleler kurma
zahmetini önlemiş olursunuz.
Asıl istediğimiz mantıklı cümleler değil, bir
ayağı mantıkta bir ayağı duygularda olan cümleler kurmaktır.
Elif Reyyan’ın diş ve büyüme atağı
zamanları benimde ‘’çocuğum neden mutsuz?’’diye hayıflandığım, acaba süreç mi? Sonuç
mu bu diye sorguladığım dönemleri oluyor. Çünkü kaşlar çatılıyor. Mızmız,
durdurulamaz, memnun edilemez bir insan halini alıyor. Ancak atak bitince yada
diş çıkınca farkediyorum. Aslında ağrısı varmış, sancısı sebebiyle ne
yapacağını bilmez haldeymiş kuzum diyorum.
Çocukların sürekli mutlu olmasını beklemek
kadar ağır bir yük yoktur çocuğunu sürekli mutlu hissettiğini bilmek isteyen
anne baba kadar, iç dünyayı işgal edici bir başka anne baba modeli de ancak
çocuğunu sürekli ihmal eden anne baba modelidir. Dolayısıyla sağlıklı çocuk her çeşit duyguyu çok
dinlemesine farkında olarak yaşayabilen çocuktur.
Bu küçük mutsuzluklar aslında aşı gibidir.
Bunlarla aşılanan çocuk hayattaki büyük mutsuzluklarla dağılmaz. Ama biz, çocukları
küçük mutsuzluklardan korumaya çalıştıkça aşı tutmuyor.
Bundan sonrasında kızımın kaş çatıklığını veya huysuzluğunu bu kadar takmayacağımı düşünüyorum. Amin.
Annelik tanımlıyorduk değil mi?
Annelik demek vicdan azabıymış..bunu pas
geçmeyelim.
Yoruluyoruz. Bu yorgunluk zaman zaman
tahammülsüzlükler şeklinde çocuklara yansıyor.
Benim en büyük vicdan azabımda oralar
oluyor.
Bazen sinirleniyorum.
Dişlerimi sıkıyorum.
Sonrası küçücük bir çocuğa nasıl bunu hissettirebilirim
azabı…
Neyse ki bir çok psikolog ve pedagog
arkadaşım içime su serpiyorlar.
Bu tarz olumsuz duygular yaşatmak da varmış…
''Kızmaktan korkma'' dedi bir tanesi...
İlk duyduğumda ''Allah Allah bu kötü bir şey değil miydi?''diye sorguladım.
Ama değilmiş...
Olumsuz duygularla baş etme kapasitesini
geliştirmek ile ilgili en önemli konulardan biri; annenin ve çocuğun
birbirlerine ‘’tamir edebilme’’ şansına sahip olabilmeleridir. Çocuğun olumsuz
bir duygu durumundan, annenin varlığı ve yardımıyla, olumlu bir duygu durumuna
geçişinin sağlanmasıdır. Bebeğini iyi hissettirebilen, sakinleştirebilen anne,
hem tamir etmiş, hem de; bebek tarafından tamir edilmiş olur.
İlişki, psikoloji muazzam bir şey vesselam…
Ramazan ayındayız mağlum…
Orucun öğrencilerimin hangilerini ne kadar
hırpaladığına dair bir gözlem yapıyorum.
Çünkü oruç bir otokontrol mekanizmasıdır.
Sabırdır.
İradedir.
İradesi güçlü olamayan öğrencilerin
başarılarını da kendi içimde sorgularken o meşhur deney gelir aklıma…kitapta da
karşıma gelen;
Sağlıklı, uyumlu ve okul öncesi veya
ilkokul yaşlarındaki çocuklar önlerinde taze pişmiş çikolatalı keklerin durduğu
masaların başında oturmaktadırlar. Bu çocuklar evlerin mutfak masasının başında
değil, Stanford Üniversitesi’nde ki bir piskoloji laboratuvarının deney
masalarındadırlar. Araştırmacı odaya tek tek alınan çocuklara hep aynı şeyi
söyler: “Şu Mis kokulu keki görüyor musun? Şimdi bunu yiyebilirsin, ama hiç
yemeyip 5 dakika beklersen, ben 5 dakika sonra geldiğimde iki kek yeme hakkını
kazanabilirsin. Eğer ben yokken bu bir taneyi yersen pazarlığı kaybedersin ve
ikinciyi alamazsın.” Çocuklar kafalarını sallarlar araştırmacı dışarı çıkar.
Çocuklar ne yaparlar? Seyretmesi çok zevkli, kimisi kıvranıp durur, kimisi
kendisine engel olmak için ellerinin üstüne oturur ya da elleriyle gözlerini
kapatır, ama sonra dayanamayınca parmaklarını aralayıp keklere göz atar. Bunu
hemen yemek isterler, ama diğer taraftan 5 dakika daha beklerlerse bir kek daha
gelecektir! Beklemek çok zor bir görevdir.
Sonuçlara göre, okul öncesi yaştaki
çocukların %72’si dayanamaz ve pazarlığı bozarak keki yerler. Dördüncü
sınıftakilerin %49’u bu cazibeye yenilirler. Sekizinci sınıftakilerin sadece
%38’i dayanamayıp keki yer. Keki yemeyen çocukların ilerleyen yıllarda ki okul
başarılarına bakıldığında, kendilerini
kontrol edebilme becerilerinin, zeka testi skorlarından daha iyi bir
belirleyici olduğu görülmüştür. Hatta bu testi geçen çocukların ergenlik
döneminde arkadaşlarıyla daha uyumlu, yetişkinlerle daha dengeli ilişkiler
kurabildikleri görülmüştür. Bu araştırma bize duygusal düzenlemenin odaklanmada,
zevk ertelemekte ve belli sınırlar içinde iş yapabilmekte ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir. Başka bir değişle; en üstün bilişsel kapasite bile,
eğer bu kapasiteyi kullanacak duygusal beceriler ve olgunluk yoksa bir anlam
ifade etmez.
Freuda göre, öğrenme ve düşünme
kapasitesinin gelişimi haz ilkesinden, gerçeklik ilkesine geçmekle gerçekleşir.
Böylece düşünce, arzunun veya isteğin hemen tatmin edilmeyip, ertelenmeye
başlaması ile gelişir. Düşünce, ancak somut olarak sahip olamadığımızı hayal
etmeye başlayınca gelişir.
Haz ilkesinin, hemen tatmin edilmek isteyen
arzusundan, gerçekliğin zorlayıcı sınırlarına uyum sağlamaya geçmek çokta kolay
gerçekleşmez. Ancak bu süreç, öğrenmenin ve düşünce gelişiminin
gerçekleşmesinin en önemli şartlarından biridir. Onun için ne zaman üç-dört
yaşında hala yerinde duramayan, sıra beklemeyen, sadece kendi istediklerinin
olması için uğraşan bir çocuk görürsek; ileride öğrenme ve akademik hayatında
güçlükler yaşama ihtimali olduğunu düşünebiliriz.
Toparlayacak olursak, pek çok ailenin zeki
çocuklar yetiştirme amacıyla her türlü malzemeyi ve imkanı sağlamalarına rağmen
çocuklar hiçbir hayal kırıklığı yaşama fırsatı vermemelerinin, onların düşünce
becerilerini dolayısıyla zeka gelişimlerini engellediğini söyleyebiliriz.
Engellenme ve hayal kırıklıkları uygun
dozda yaşatılırsa çocuk hayal etmeye ve sembolik düşünmeye, alternatif çözümler
üretmeye başlar.Sembolik düşünme ve soyutlama becerisi zekanın gelişimi için en
temel unsurlardan biridir.
Sadece çocuk yetiştirilirken değil tüm
iletişimlerin temel şiarı olmalı;
Söze dökülebilen olumsuz duyguların
davranışa dönüşme ihtimali çok azalır.
Bir çocuk ile konuşulurken Neden? Niçin?
Nasıl? Gibi soruları sormamak gerekir bunun yerine Niyeti ne olabilir? Ne
yapmaya çalışıyor sence? Sonra ne olacak sence? Bunu söylerken aklında ne vardı
acaba? Gibi cümleler olmalıdır çünkü bu gibi sorularla çocuklar görünenin
arkasını okuyabilir, niyete önem verebilirler. Hem de insanların arasındaki
sözsüz iletişimin mesajlarına bakmayı öğrenirler.
Temel nokta hep aynı;
Çocuğun duygusuna odaklan, hak ver,
koşulsuz kabul et. Davranışını değil!
Biz davranışlarda boğuluyoruz.
Çocukların duygularını konuştuğumuzda değişim
çok daha hızlı olabiliyor daha büyük çocuklarda deneyimlediğim orada bile
çalışan bir mekanizmadır bu.
Adı olan hiçbir şey korkutucu değildir.
Çocuk için “ Bunları konuşabildiğimize göre, yaşamamıza da izin vardır’’ algısı
gelişecektir. Sakin zamanda konuşulan bu duygular, daha heyecanlı bir durumda
çocuğun tekrar karşısına çıktığında, saatin zaman ile bağlantılandırıldığı için
duygusal tırmanış daha sınırlı olacaktır.
Özetle çocuğun ısrar ettiği lüzumsuz
istekleri ile ilgili duygusuna hak verip, davranışına hak vermeme hakkınız vardır.
Duygusal yakınlık ayrıca aile tipleri
belirlenmesinde de ana halterlerden biridir.
Duygusal yakınlık çok/az
Disiplinli aile
|
Otoriter aile
|
Müdahaleci aile
|
İhmalkar aile
|
Beklenti çok/az
Aile tipleri ile yapılan çalışmalar sırasında
duygusal yakınlığı çok, beklentileri çok olan ailelerin disiplinli aileler
kategorisine girdiği ve disiplinli ailelerin çocuk yetiştirilmesinde optimum ruh sağlığı getirdiği tespit edilmiş.
Son olarak toparlarsak;
Anne babalık, pek çok acı, sıkıntı, hayal
kırıklığı, pişmanlık barındıran, ama çok da heyecanlı ve güzel bir serüvendir.
Keyif kısmı ise, bu olumsuz duyguları alıp kabul edip işleyebilirseniz size
ödül olarak sunulmaktadır.
Bugünün okuyan dertli anneleri çok ciddi
eleştirilere maruz kalıyorlar. Neden? Çünkü eski zamanlarda yaşayan anne
babalara baktıkça bugünün ebeveynleri çok daha rahat koşullarda çok daha
zorlanır pozisyonlarda görünüyorlar. Bunu da bugünün okuyan insanı kendi kendisine
yapıyor zannediliyor ancak içinde yaşadığımız zaman ve toplum 20-25 sene
öncesinin şartlarından tamamen farklı.
Eskiden 20-30 senede bir nesil değişirken,
şu anda bu süre beş seneye inlmiş durumdadır.
Annelerin ev dışında çalışma mecburiyeti
çok artmıştır. Çalışmak zorunda olmayan annelerin de, 30 sene önceki pek çok
annenin farkında bile olmadıkları pilates, fitness, yeni çıkan filmleri
kaçırmama, kendini geliştirme kursları, parapsikoloji kursları gibi, ev dışı milyon
tane aktivitesi bulunmaktadır.
Eskiden çocuklar sadece anne babaları ile
değil pek çok farklı kişiyle temas halinde oldukları için, anne babaları olumlu
ya da olumsuz etkilerini bu kadar açık olmaya biliyorlardı. Ananeler, dedeler,
halalar vesair vardı sokakta arkadaşlar vardı. Anne babanın yoğun duygusal
aktarımlarını bu diğer önemli kişiler dengeleyebiliyorlardı. Velhasıl bir köy,
bir mahalle bir çocuk büyütüyordu.
Anne babalık şimdiki gibi yüceltilmiş bir
durum değildi. İnsanlar evlenirlerdi ve çocukları olurdu. Şimdi çocuk sahibi
olmak gibi önemli bir misyon için evlenebiliyor.
İşte bu ve belki bunun gibi bir çok
sebepten dolayı da anne babalık işi, bu kadar ön ilana çıktı. Eğer tüm bu sebeplerden
dolayı çocukların bu kadar içinde yaşıyorsak, bunu doğru yapalım ve bu süreçte
kendimizle de yüzleşelim istiyorum kendi adıma.
Herkesin kendi iç sesini bulmasının önemine
inanıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder