Ayşe Şasa hanımefendi ile tanıştırırken babam beni, kulağıma
eğilip şöyle demişti :
‘’Bu hanım hasta bir
hanımdı kızım. Ve tasavvuf ile kendini iyi etti.’’ O zamanlar tasavvufun
kelime manasını dahi bilmesemde onun her şeyi yapabileceğine inanmıştım. Ayşe
Şasa’ya gözlerimi açıp iyice bakmıştım. Sonra babama ‘’Nesi varmış ki?’’
diye sorduğumda. ‘’Ruhsal bir hastalık olan; şizofreni’’ demişti. Şizofreninin ne
demek olduğunu seneler sonra öğrenecektim. Yine bizzat kendisinden ‘Delilik Ükemden Notlar’’ kitabından…
O gün bugündür başkadır Ayşe Şasa gönlümde...başlı başına ibretliktir. İnceleme
konusudur. Dizinin dibine öğrenmek için oturulandır. Nice senelerdir özlenendir…
Elime artık beğeneceğime emin olduğum kitaplardan birini
alma vaktim geldi. Hiç şaşmadan Bir Ruh Macerası’na uzanıyorum. Doyamadan okuyacağımdan
şüphem dahi yok…
Adından da anlaşılacağı üzere Bir Ruh Macerası, Ayşe Şasa
hanımefendinin hayatını anlatan bir röportaj kitap. Çok zorlanmış o zamanları
anlatırken, öyle belli ki… Bir yanı endişeli, bu kadar zor bi hastalığı
yenmişken; kendini tekrar o kopmak istediği geçmişine bağlayacağı için.
Tanımayanlar için kısaca Ayşe Şasa’dan bahsedelim. Kendisi Rauf
Orbay’ın yeğeni.Ve sosyetenin Çerkes bir ailesinin ilk evladı. Göçmenliğin verdiği
korkular ile o zamanın zenginlik ile şöhret birleşiminden Ayşe Şasa’nın ailesi
gibi bir aile tezahür ediyor. Gerçekten zamanının en meşhur magazin
ailelerinden biri…Dergilerden okuduğunuzda ne mutlu dediğiniz ailelerin
evlatlarından birinin hikayesi bu kitap.
Çocukluğundan başlıyor Ayşe Şasa anlatmaya şimdisine kadar…
bir öğretmen-eğitmen olarak payıma düşenler oldukça kıymetliydi. Çünkü Ayşe
Şasa Alman,Yahudi mürebbiyelerin elinde büyümüş, kolejlerde okumuş, günümüz
çağdaş ailelerinin batıya dönük eğitiminde bir çocuğun heba oluşunun
hikayesi. Hatta kendi sözleriyle nakledelim durumu : ’’Dünyada bir çocuğa yapılmaması gereken,ne kadar pedogojik hata varsa
hepsi üzerimizde denendi; adeta neyin yapılmaması konusunda misaller mecmuası…’’
buna benzer o kadar cümlesi var ki
içimin acıdığını hissettiğim… sinirlendiğim…
Anadilimden önce dadıdilimi öğredim diyor Ayşe Şasa…
batılılaşmaktan anladığımız bu mudur ?
Sera bitkisi yetiştirmeye benzetiyor kendi yetişmesini ve
batıya dönük, özenti ailelerin ahvallerini. Ne doğru bir tespit. Sonra şöyle
devam ediyor yazar; bilinç düzeyinde
olmuyor hiçbir özentiliğimiz diyor. Örnek olarak ; Gott ile Allah kelimelerinin
bağdaştırılmasını veriyor. Eğer bir yaratıcıdan bahsedecekseniz Allah
diyeceksiniz diyor Gott değil… ama eğer öğretmek istersen, yabancı dildeki Gott’ın
manasını da öğret diyor. Yani bilinç kat diyor. Kendisinin Allah kelimesinden
önce Gott kelimesini öğrenmesinin ,bu analizi etmesinde büyük etkisi var. Ardından
devam ediyor,’’Görgü nedir?’’diye
soruyor. Ve açıklıyor:
‘’Görgü bir nakil
işidir. Sen geçmişten aldığın bir şeyi geleceğe devredersin. Böyle bir devir
yok. Çocuklarına bale dersi,piyano dersi aldırıyorlar,yabancı dil öğretiyorlar.
Ziyafet hangi çatal hangi bıçakla yemek yeneceğini öğretiyorlar.’’bonjur,
bonsuvar’’demeyi öğretiyorlar. Ama hiçbir manevi, hiçbir dini telkin yok. Ben buna
görgü, bu insanlara da görgülü demekte zorlanıyorum. İşte bütün bu batılılaşma
modasının trajik bir maraz olarak ortalığı kemirdiği bir döneme denk düşüyor
benim çocukluğum. Tam bir değer keşmekeşi içersindeyiz…’’
Çocuklarınızı koleje göndermeyin
derken velilerime, kastım tam olarak Ayşe Şasa’nın yaşadığı oluyor. Hümanitiese adı altında insanın ilahlık kısmı öne
çıkartılıyor.İnsandan gayrı ne örf ne adet ne din hiç biri önemli olamıyor. Buna
inanan bir bireyin, toplum ile ne kadar bağı kalabilir?
‘’Türkiye’de yaşayan
ehli dünya(ve ehli insan) insanlar, dindar kardeşlerine karşı ne kadar negatif, paranoid
şeyler geliştirmişler’’
Kitapta Mustafa Kutlu’nun bir cümlesini alıntılamış yazar. Cümle
de kendimi buluyorum adeta. Şöyle demiş Mustafa hoca:
Bende adalet fikri o
kadar kuvvetliydi ki az kalsın sosyalizme kaptıracaktım kendimi! :)
Ayşe Şasa'nın Mutasavvıf bakışından;
Yazar mürşidini bulunca: ‘’tasavvufla tanışınca,bir mürşidin huzuruna
boş heybeyle gitmek gerektiğini öğrendim.’’ diyor.
Evliyaullah için nüzul olmuş bir ayet olan ‘’onlar için ne keder
ne korku vardır’’ kelâmını sofilerin delilikleri(avamın hitabetiyle) üzerine
yorumluyor sanki ‘’biz evliya değiliz ama evliyanın huzurunda bulunmak,eteğine yapışmak
bizi korku ve kederden azat edebiliyor.’’
Çok güzel bir kelime ekledim hazineme kitap sayesinde; Sekinet… kaynak olarak ise Kuran-ı
Kerimi gösteriyor Ayşe Şasa hanımefendim.
‘’ bir afet ve felaket halinde
verilen olağanüstü bir moral anestezi, tam bir sükûnet hali’’ sekinet… sekinet….
Bunlara ek olarak iki tane okumam gereken kitap notu ekledim
ajandama. Bunlardan ilki ‘’Thomas Kuhn’un
Bilimsel Devrimlerin Yapısı’’ ve
ikincisi ‘’İsmet Özel’den Waldo Sen Neden
Burada Değilsin’’.
Fakirin payına düşenleri baz alarak, okunası bir kitap olduğunu düşünenlere selam olsun...
Kitabi henuz bitirdim gayet surukleyici. Hanimefendinin ismine ilk kez bundan birkac ay evvel okudugum Suna Kıraç'in 'Ömrümden Uzun İdeallerim Var' isimli kitabinda rastlayip hayat hikayesini merak etmistim. O kitapta Vehbi Koc'un kizi Suna'nin liseli senelerinde her gece yatmadan evvel 'ya rabbi bana da Ayse Sasa'nin hayati gibi bir hayat yasamak nasip et!' gibisinden bir duasi oldugunu okumus ve pek ilginc bulmustum.
YanıtlaSilAcaba haniemefendinin hangi tarikata mensup oldugu hakkinda malumatiniz var mi?