Ne denir ne denilebilir…inanın kestiremediğim,
toparlayamadığım bir tad ile kapatıyorum; İskender Pala hocanın romanının
son sahifesini. Hangi karakterden söz edeyim,hangi aşka gıpta edeyim, hangi
kelâm ile yetineyim bilemiyorum muhterem kârilerim...
Doymadığım, doyamadığım…biterken hiç bitmemesini dilediğim …etkilendiğim,
bilgilendiğim,dillendiremediğim…
Öyle bir roman ki Efsane; sizi alıyor bir efsane içerisinde
yüzdürüyor ve gerçek ile efsane arasında düğümlüyor.
Efsane; klasik bir İskender Pala romanı tadında velâkin kimi
ayrıcalıklar yok da değil kitapta. Örneğin bu zamana değin okuduğum İskender
Pala romanlarının belki de en sürükleyicisi, en iyi kurguya sahip olanıydı
fakirce. Bilen bilir İskender hocanın romanları ağır ağır işler okuyucuyu
Efsane ise adeta sayfa çevirme hızınızı, merakınızı, heyecanınızı perçinliyor. Bu
sebeple çok zevk ve heyecan ile okuduğum bir kitap oldu.
İskender hocanın kitap üzerine çok ince çalıştığı belli,
öyle ki bir denizci lisanına sahip olmuş sanki romanda. Mamafih okurken hiçbir zorluk
çekmiyorsunuz. Kurgu o denli kuvvetli. Geç görmüş olsamda kitabın son
sahifeleri bu sebeple gemici sözlüğü mahiyetinde düzenlenmiş.(Siz dilerseniz merak ettiğiniz her kelimenin manasını arka sayfalarda bulabilirsiniz.)
Barbaros Hayreddin Reis gibi bir Kaptan-ı Derya ile tanışmak
onu bir nebze dahi olsa tanıyabilmek fakire çok mutluluk kattı.
Hani Beşiktaş’a
her gittiğimizde gördüğümüz, kim olduğunu dahi bilemediğimiz Hızır Reis…
(Hızır Reis'in Beşiktaş Meydanındaki heykeli.)
Zannediyorum ki kitabı okuduktan sonra birçok kişi bu fakir
gibi Barba Rossa Hayreddin Reis’in türbesine ziyarette bulunma isteği
duyacaktır. Duymasa da önünden geçerken bir Fatiha yollayacaktır.
Not: Türbe Beşiktaş'ta Sinan Paşa Cami karşısındadır.
! Kitabın, size söylediklerinin kalbinizde kalmasını temenni ediyor ve iyi okumalar diliyorum.
Bir tweetde yazıyordu sanırım : ''Şiir kitabı satın alan
kişiden korkmayın.''(yada buna benzer bir cümle)çok hoşuma gitmişti gördüğümde.
İlk satın aldığım şiir
kitabımı hatırladım. Puşkin’den Seviyordum Sizi Seçme Şiirler’i kitabıydı. Bir şiir
kitabına ödeme yaparken neden bu denli tereddütlerdeyiz? Mürekkep az, kelime az
,diye mi? :)
Son zamanlarda aldığım şiir kitaplarından biri Aşkın Elif
Hali. Alma sebebimde; elbette ki kitabın isminin cazibesi var.Şairi tanımasamda
kitabın ismi, kapağı, ön sözü derken okumalıyım sonucuna vardım.
Şöyle diyordu önsözde Ahmet Rıza Korkut;
Elif bir demek, Elif vahdet demek, Elif doğruluk demektir.
Elif bir olan Rab demektir….
Şu halde Aşkın Elif Hali, bir olana bağlanma, aşkın yegane
kaynağı olan Yaradan’a giden yolun kendisine aşık olma halidir…Bu yolda çekilen
tarifsiz acının ve ızdırabın, tarifsiz zevklere dönüştüğü, yanmanın kendisine
aşık olma halidir Aşkın Elif Hali…İşte sevgiliden en sevgiliye giden bu yolda
yalın ayak bir yolculuk hali benimkisi; Elif olan sevgiliden, Elif olan en
sevgiliye…
Ne kadar güzel bir önsöz diğmi muıhterem kârilerim. İnsanın Elif
olası geliyor anlıyorum sizleri :)
Bu fakirde bu sözden mütevellit kitabın derin şiirler ve
mânâlara gebe olduğunu zannetmişti. Ancak pek öyle olmadı seyrimiz. Zira değil
Elif olan sevgiliden Elif olan sevgiliye varmayı, Elif abla dan bir adım öteye dahi
gidemedik. Olsun, Elif ablaya yazılan derûni bir aşk şiirleride kâfiydi
fakir için ancak, kitaptaki şiirler şiir hikmetinde değildi kanââtimce. Yazarın
ilk şiir kitabı olması ile alakadar bir durum zannederim.
Eğer iyi bir şiir okuyucusu iseniz şiirdeki hikmeti,zekâyı
görmüş bir kâri iseniz kitabı okumanızı öneremiyorum muhterem kâriler…
Ön izlenim oluşturabilmesi adına yazacağım birkaç şiirim
bile yok ,fakire göre kitabın en seçkin, en derin, ve hikmetli satırlarını paylaşarak özetimi
tamamlıyorum.
Amin Maalouf bilindiği üzere Lübnan asıllı Fransız
vatandaşı bir yazar… Bir çok kitabında doğu kültüründen esameler görürsünüz.
Bedeni Fransada olsada aklının bir köşelerinde hep doğu seyreder….
Doğudan Uzakta da aynen bu tezin devamında gelişen bir eser…
Kitabın çeivirisi Ali Berktay’a ait. Çeviri kitaplarda
hissedilen o budanmışlık duygusu Doğudan Uzak’tada da mevcut maalesef.
Doğudan Uzakta tam bir araf haliliğin kitabı. Arafta olmanın
acziyetini bu fakir okurken oldukça hissetti.
Savaştan dolayı memleketlerini terk eden,terk
etmeyen-terkedemeyen insanların hikayelerini anlatıyor roman.
İçimde bir yerlere dokunuyor bu konu…
Gitmek ve gidememek işte tüm mesele buydu zannediyorum…
Tüm geri kalmış ülkelerin gençlerinin yaşadığı o çetrefilli
halet-i ruhiye…
Oktay Sinanoğlu'nun hayatını okurken kızmıştım kendisine,
çünkü küçüktüm. Nasıl gider demiştim. Gitmemeliler vatana millete hizmet
etmeliler diye iç geçirmiştim. Ozamanlar üniversite hayatını bile bilmiyorum oysa...
Sonra gitmek istiyorum. Bir dakika bile durmadan bu
memleketten…öyle bilenmişim… bu iki zıt düşünce arasında sadece 4 sene var… evet
bu topraklarda savaş yok(çok şükür) ancak olan durumlar ,baskılar, şartlar gençleri
bu hale getiriyor…
Kıymetinizi burada bilen olmayacak okadar emin oluyorsunuz
bundan.
Sonra kıymetinizi bileceğini söyleyen bir yurt dışı bursu
kazanıyorsunuz. Bu seferde gidemiyorsunuz…
Bir yandan buraları bir ömür terk edemeyeceğiniz gerçeği,
sevgisi…
Böyle bir yaman çelişki bu memleketin gençliği…
Aynı şey roman kahramanları üzerinde seyrediyor. Gidene
kızılamıyor ;kendi cephesinden haklı. Kalana da kirlendiği için kızamıyorsunuz.
Kirlenmeden, bozulmadan bir kesime yandaşlık yapmadan ülkenizde tutunma
şansınız kalmıyor.Hele ki savaş ortamında. Böyle hikayelerde gezinirken kendi
gidişleriniz, gelişlerinize uzanıyorsunuz…
…Derken kitap devam ediyor :)
ve şöyle dile geliyor :
Önce ülken sana karşı
belli taahhütleri yerine getirecek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş olarak
görüleceksin,baskıya,ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumiyetlere maruz kalmayacaksın.
Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sende onlara hiçbir
şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik
yaşayabildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi hatta hayatını bile feda
edersin; ama başın yerde yaşamak zorunda kaldığın ülkeye hiçbir şey vermezsin.
İster doğduğun ülke,ister seni kabul eden ülke söz konusu olsun. Yüce
gönüllülük yüce gönüllülüğü, umursamazlık umursamazlığı ve aşağılama da
aşağılamayı doğurur. Özgür varlıkların anayasası böyledir ve ben de başka bir
anayasa tanımıyorum.
Yaklaştığı pencereler
bir çok noktada objektif yazarın ancak doğuya bakışıyla fakirinki örtüşmediği
için sürekli hemfikir kalamıyoruz. Çünkü vicdanlarımız farklı.Ayrılığımızın
sebebi ise ben doğuya Müslüman olarak bakarken yazar dinsizlik ile Hristiyanlık
arası bir pencereden bakıyor.
Ve bakışındaki hali(tarafı değil) çok beğendiğim şu sözlerle
resmetmeye çalışıyor :
Gözlerini sahte bir
dehşet ifadesiyle açıp, ‘’Yoksa beni yargılıyor musunuz?’’diyen insanlara çok
kızarım. Tabii ki yargılıyorum sizi, hemde durmadan yargılıyorum. Vicdanı olan
her varlık yargılama yükümlülüğüne sahiptir. Ama benim verdiğim hükümler
‘sanıkların’ varoluşunu etkilemiyor.Takdir ediyorum veya takdirimi geri
çekiyorum, nezaket ayarı yapıyorum, ek kanıtlar ortaya çıkıncaya kadar
dostluğumu askıya alıyorum, uzaklaşıyorum, yakınlaşıyorum, yüz çeviriyorum,
cezayı tecil ediyorum, her şeyin üstünden sünger geçiyorum- veya öyleymiş gibi
yapıyorum. Muhataplarımın çoğu bunların farkına bile varmıyorlar.Hepimizin hepimize yaptığı o muhasabeyi ne güzel dile getirmiş Amin Maalouf.
Kitabı beğendim desem diyemiyorum, beğenmedim desem değil…
bu hal üzere devam ediyorum…
Doğudan Uzakta kitabı başlarda bana o denli doğudan gerçekten uzak
gibi geldi ki, bir utancımı sizlerle paylaşmak isterim muhterem kârilerim.
Karakterlerden tutunda yaşananların bir çoğunu bildiğim, gördüğüm doğuya
yakıştıramadığım için romandaki baş kahramanın adı olan Adam’i (İngilizce'deki)
Edım telaffuzundaokudum.(kitabın
ortalarına dek) Meğer bizim Adem imiş ismi :)
bunda kendi payım kadar yazarında payının olduğunu düşünmekte haksız mıyım
efendim ?
Emin olamadığım nokta ise kitabın baş kahramanı yani Adam; yazar mı?
Yoksa yazarın Adam'den kastı doğu kökenli Avrupalıların geldiği hal mi ?(Bunu hakikaten merak ediyorum.)
Yazar’ın baş kahramanının doğuya bakarken artıkdoğu asıllı değil de Avrupalı bir zihniyete
sahip olduğu kanaatine varabiliyorsunuz. Bu nedenle de romanın kahramanlarından biri olan
Nidal, Adam'e şu muhteşem tespiti kanıt olarak sunuyor:
Batı’da bizden
kaynaklanan her şeye düşmanca bakıldığını görmek istemiyorsun. Alkol
bağımlılığının tolumsal bir musibet olduğu konusunda herkes fikir birliği
içerisinde,ama İslam alkolü kınadığı anda içki hemen bireysel özgürlük simgesi
konumuna yükseltiliyor. Senin gibi insanlar için bile böyle.
Ve bu cevap Adam’i‘’Bu kadar uzun zamandır Fransa’da yaşayan
bir Hristiyan Arap olarak ben hangi taraftanım? İslam'ın mı yanındayım, Batı’nın
mı?’’ sorgusuna vardırıyor.
Amin Maalouf kitabın bir çok yerinde fakiri
durup,düşünmeye, yorumlamaya sevk etti. Bu sebeple kitaptan istifade etmedim
desem hakka girmiş olurum. Roman oldukça akıcı birüsluba sahip olmasının yanında mesajlar öyle ince ince yerlerde gizliydi ki.. Okuyucunun
gözüne sokmak istememiş adeta yazar…
Mesela tek bir cümle ile beni tefekküre daldıran işte o
satırmuhterem kâriler :
Toplum yasaları
yerçekimi yasalarına benzemez,insan genellikle aşağı değil yukarı doğru düşer. Heyhat!
her okuyuşumda başka başka manalara gömülüyorum sanki… Toplumda yükselmeye
başladığın ana dikkat et diyor romanındaki kahramana yazar… hitap ettiği kişi
ise bir devlet bakanı!
(Bir dip not şeklinde belirtmeliyim ki : Yine yazarın tespitinin doğruluğuna kâni olduğum bir mevzu
daha var . Evlilik öncesi ve sonrasında bireylerin değişiminden bahsetmiş bir
yerde. Ve bu değişimin erkeklerde çok daha belirgin olduğunu ispatlamış adeta…)(ayrıntıları için kitabı okuyabilirsiniz)
Çok dinli bir roman Doğudan Uzakta; Yahudisi,Hristiyanı,dinsizi,Müslümanı,kesişi…aynı o coğrafyanın mozaiği gibi.
Vermek istediği mesaj da çok net yazarın ; biz birbirimizle hoşgörülerimiz
sayesinde yaşayabilen insanlardık…Batının yapamadığını yapabilen insanlardık,
bir zamanlar. Evet bugün onlar bu mirası bizden alıp uygulayıp demokrat, özgür
insanlar olurken bizler bağnaz,birbirini öteleyen insanlar olduk.
Ne kadar doğuda yaşayan, o kültürü bilen insanlar da olsalar
gayri Müslimlerin Müslümanları doğru anlayabilme ihtimali yok zan ediyorum.
Eğer doğru anlasalardı; doğru çemberine müdahil olurlardı öyle değil mi? Kitabı
okurken yazarla doğu ve batı olarak ayrıldığımız nokta kahramanlarından birinin
Müslümanlığa bakış noktası. Kadınların elini sıkmayan birini, hastalık derecesinde
muhafazakar,Kızıl Kemerden daha radikal ve bir talibandan daha gerici olarak
tanımlıyor. Ve sükut-u hayale uğruyorum… zihnindeki bu görüntüden ötürü..
Söylemde ve davranışta ise hepimizin olması gerektiği
konumda ve nezaketde ; ‘’ne dediği
anlaşılıyorsa,başkalarının da konuşmasına izin verebiliyorsa, ben onu dinlemek,
sonra da yanıtlamak isterim.’’ O biraz önce kadınların elini tutmayan
kişiye karşı davranışı bu şekilde. Şu zamanda bir çok insanın dahi yapamadığı
şekilde…
Ve yine ayrıldığımız bir nokta mevcut kitapta. Kesiş olma
kararı alan arkadaşına kırgınlığını şu sözlerle ifade ediyor Ramiz : ‘’ bana diyorlar ki, onu affet çünkü bunu
inancından ötürü yaptı. Bir insana Tanrı’ya yaklaşabilmek için en yakın,en
samimi arkadaşlarını terk etmesini bildiren bu inanç da neyin nesiymiş böyle?
Yani Tanrı orada,dağda var da ,şantiyelere,ofislere uğramıyor mu? İnsan
Tanrı’ya inanıyorsa,onun her yerde olduğuna iman etmek zorundadır.’’ Bu sözleri söyleyen Ramiz ise
Müslüman…diyebilirsiniz ki evet Allah heryerde değil mi neden kızıyorsun.
Amenna ve saddakna elbette ki Allah celle şanuhu her yerdedir . Ancak yine O
Allah’a ulaşmak dilersen; değil en yakın en samimi arkadaştan, anadan
babadan,evlattan dahi geçmeden varılamıyor o sevgiliye… ve Tanrı elbette
şantiyede,ofistefakat en fazla ; dağa
onun için çıkmış kulunun gönlünde… bakınız büyük Allah dostlarının hayatlarına
onları büyük kılan uzlet hallerinde edindikleridir. Uzlet insana gereklidir. Ve
uzlette Allah ile daha çok beraber olur insanoğlu…zira bu yalnız fakirin
kanaati değil buyurun Kef suresi 16. Ayeti şöyle : ‘’Onları ve tapmakta olduklarını terk
ediniz.”Onları
terk ettiğimiz zaman riyayı terk ederiz. ‘Desinler’i ter ederiz. Bu da Allah’a
yaklaşmada nefsin hastalıklarının birinin tedavisi olur. Ki bu sebepledir
sanıyorum namazda insanlar arasındaysak secdede 3 defa subhane rabbiyel âlâ
derken yalnız başımıza kıldığımızda tavsiye edilen 7 ila 11 e çıkıyor. Sebebi ;
riya dan sakınma…
Hasılı dilerdim ki Müslüman olan Ramiz böyle bir cümle kullanmasın…
Adam, kesiş olan arkadaşına neden kesişlik diye sorduğunda bugün ki mü’min
Müslümanların cevaplarını aratmayacak denli ince bir cevap takılı kalıyor
dimağıma :
Benim
içimde değişen dinsel inançlarım değil, onlardan çıkardığım sonuçlar oldu. Bana
çocukluğumdan beri ‘hiç çalmayacaksın’ diye öğretmişlerdi ve gerçekten de
hiçbir şey aşırmadım, elimi kasaya atmadım,faturalarımda hiç hile yapmadım,
bana ait olmayan bir şeyi sahiplenmedim. Kağıt üzerinde vicdanım rahat
edebilirdi. Ama Tanrı buyruğunu bu kadar asgari düzeyde ele almak bana bugün
saçma ve alçakça geliyor. Yani Tanrı’yı hoşnut etmenin
takvadan geçtiğini belirtiyor bir nevi…Herkesin inancı kendisine benziyor…
Ve bir diğer rahatsız olduğum nokta; kendilerinin içtiği
şaraba, sufilerin içkisi olan şarap
dediğinde, bu mecazi bilip bilmediğine dair şüpheye düştüm. Ve hala da doğru
bildiği konusunda emin değilim…
Ayrıca o coğrafyayı bilen bir insan olarak Filistin-İsrail durumuna da
bakışı da oldukça objektif yazarın…salt siyasi perspektif kullanmıyor Amin Maalouf,
psikolojik ve sosyolojik açıları da gösteriyor. Arap- Yahudi ilişkilerindeki
anlatımda bunu görebilirsiniz.
Tüm bunlardan mütevellit kitabın derin bir entellektüelite taşımadığı
zannedilmesin acizane yorumlarımdan. Keza öyle bir kör nokta tasviri var ki yazarın
sanırım bu fakirin doğuya bakışının bir yerlerinde kör nokta var diye geçiriyorum aklımdan. Her çağın kendi kör noktaları
vardır diyor yazar. Gerçekliğin
göremediğimiz yönleri var ve kaçınılmaz bir şekilde birkaç yıl içinde her
birimiz şöyle diyeceğiz ‘ ben bunu nasıl göremedim’ bende sizden kendinizi
geleceğe taşımanızı ve bugün görülmesi çok güç olsa da otuz yıl içinde en basit
gerçeklerden biri haline gelecek bir ‘kör nokta’dan söz etmenizi istiyorum diyor.
Kitap tanıtımımı kitabın son sahifelerindeki fakire göre en
anlamlı cümle ile tamamlayayım muhterem kârilerim, şöyle diyor yazar :
Aşktan söz etmek ne kadar soylu bir işse, aşklarını anlatmak da o ölçüde bayağılıktır.