Güleç bir insan olduğum söylenir eşrafdan.
Yüzümdeki mütebessim hal hoşuna gitmiş olacak ki ,‘Ölüm sana
gülücük olsun’ diyerek noktalamıştı Senai Bey Hocam o gün ki sohbetimizi…
Allah’ım ne güzel bir dua idi bu diye iç geçirmiştim.
Kabul,makbul buyur ya Rab! Senin rızalığın için taşıdığım
mütebessim ifademi ölümüme karşıda bana takındır. Amin.
Sohbetimizin son demleri
yeni çıkan kitabı;Öldüğüm Gün olmuştu.
Öldüğüm Gün Senai Hocam için farklı bir kitap,çünkü bir
roman efendim…İlk roman.
Nicedir aklımda olsada edinememiştim ,kitabı o gün fırsatdan
istifade edindim . Okumaya başladım taa ki şimdiye kadar! O ünlem nedir mi? O
ünlem şunu ifade ediyor ki kitabı bitirmem hayli vaktimi aldı. Kolay kolay her
kitap da olmayacak kadar zorlandım.Bitirememe sebebim benden,yoğunluğumdan değil a
dostlar kitaptan...
Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları’nı okurkende aynı hissiyat
ile bitmesini dilemiştim. Ve Nazan Bekiroğlu Hanımefendi Hocam da bunu biliyor
olacak ki Nun Masalları’nın okuyucusunun yeri başkadır dermiş. Okumasının ne
kadar zor olduğunu kastederek.
Her yazarın sanıyorum böyle bir kitabı bulunuyor. Senai
Hocam'ın bir çok kitabını okumuş biri olarak böyle bir kitap ile ilk defa
karşılaştım ve içimden;bu kitap da Senai Hocam’ın okuyucu eleyebileceği kitabı
olmuş diye geçirdim.
Senai Hocam’ı ne kadar sevdiğim Rabbim’e mağlumdur. Fakat
ismimin hakkaniyeti de yine Rabbim'den bana mağlumdur. O yüzden haddimi aşmadan
kitabı beğenmediğimi söylemek üzerime vebaldir. Belki de bu fakir nasipsizdi bu
kitap nezdinde bunu da gözden kaçırmamanızı temenni ederim.
Peki neden beğenmedim?
Çünkü kitap roman gibi değil,keşke hocam hep yaptığı gibi
deneme türünde yazsaydı ;ölümü ve ölmeden önce ölmeyi..
Zaten adından da anlaşılacağı üzere ‘deneme(k)’…biz ölmeden
önce ölmeyi henüz deneyebiliriz. Bunu yaşayamadığımız için de roman olup
karşı tarafa hissetirilmesi çok zor bir
olay. Hissettiremediğiniz bir konu da ne kadar roman olabilir sizce?
Bir konsantrasyon sıkıntısı var gibi keza kitap da kitabın
akışını gerçekten çok etkiliyor.
Birbirinden bağımsız 3 karakter Rüya,Yaşar ve Yazar’ın
hikayeleri anlatılıyor romanda. Aslında anlatılan sadece Rüya karakteri gibi
çünkü Yaşar ve Yazar da biraz daha deneme boyutuna geçiyor hocam..(Oldum olası
sevemem böyle bağımsız karakter hikayelerinin birleşimini fakat en sevdiğim
romanlar hep bu şekilde olanlarıdır:)
çünkü orada ‘romancı olmak’ işin içine giriyor diye düşünmekteyim.)
O düşünce aktarımı yaptığı yerlerdede çok fazla tekrar
ediyor Hocam kendini… Aslında vermek istediği mesajı versede sanıyorum konu
Ölmek olunca bu hal oluşuyor. Bilemiyorum.
Beklentimi karşılamasada ben,Nazan Bekiroğlundan Nun
Masallarını, İskender Pala dan Kırk Güzeller Çeşmesini okur bunlara birde Senai Demirci den Öldüğüm
Günü eklerim. Çünkü saymış olduğum yazarlar benim nazarımda naz makamındalar.
Diğer kitaplarının öyle hatırları var ki…
Kitap Timaş Yayınevinden çıkmış.Tashihi ile ilgili ciddi
sıkıntı vardı. Özenilmemişlik gibi…
Velhasıl kârilerim daha ziyade haddimi aşacak bir cümle
kurmadan kitapdan altı çizili notlar aktarmaya başlayayım.
Ölüm sonrasını anlatıyor olmamalı bu kitap diyor hocam.
Ölmeden önce ölmeyi anlatsın istiyor.
Konumuz ölüm bile olsa bildiğiniz üzere olmazsa olmaz
halimiz; ikiliğimiz,ayrılığımız,taraflığımız…
Yine öyle bir noktaya değinmiş hocam kendisi hüsnü-zan
penceresinde:
‘Eyüp Sultan’da Hacı Bayram’Da ‘’yılanlı çıyanlı’’ölüm kitaplarından
bir sürü vardı. Din buysa,insanlar ‘Bir ölürsen yakarım seni!’’ tehdidiyle
hayatlarına yön verecekti demek.İnsanı onurlu yaratan Allah,böylesi onursuz bir
yaşamaya niye razı olsundu ki…’’Haşa’’ diye iç geçirdi. ‘’Benim bildiğim Allah sizin
bildiğiniz gibi değil!’’diyen Yakub’u
hatıradı,Nuh’u hatırladı.
Sonra hatırladı
Sevgili Söz’nü: ‘’Hiçbiriniz Allah hakkında güzel zanda bulunmadan ölmesin!’’
Bu hadise dayanarak da hocam Rabbiyle ilgili hüsnü zan
hakkını,ölüm ile ilgili kısmında kullanıyor sanıyorum.
İnsanlar buradan kabir azabının olmadığını veya günahlarının
bedelini ödemeyeceklerini zannetmemelidir. Yine sanıyorum ki hocamın buradaki
maksadı avama karşı,ölümü ilmiyle araştırmış öğrenmiş müminin zaten çıyandan
yılandan korkması söz konusu olabilir mi?
Fakat bu konu çok iki uç içeriyor ve insanı paradoksa
sürüklüyor. Bir korku film senaryosu olduğu gerçek. Ama diğer taraf da çok mu
iyimser bakıyor inanın çözemedim. Hadisler çıkınca dilim bağlanıyor.. Velakin
Rabbimizle ilgili bu fakir de hüsnü zan etme taraftarı(korkuyu bırakmadan).
Yalandır dünya ama
sınandığımız gerçek. Derin bir pişmanlığı besliyor avuntularımız. Sonsuz bir
mahcubiyeti dokuyor ellerimiz.
İste bu yüzden ölümü
ölmeden önce anlamalıyız. Anlayamayacağımızı bile bile anlamaya çalışmalıyız.
Göremeyeceğiz ölümü ölene kadar;sadece gölgesi düşecek gözlerimize…
O gölge tüm hayatımızı kapladığında buraya ait hiç bir
şeyden zevk alamıyoruz ya hani…
Avuçlarından döküldü
varlık,gözünden düştü dünya. Öleceğini biliyordun elbete ama inanmadın hiç. Hep
başkaları ölürdü sana göre. Öyle gördün. Hala da öyle görüyor yaşayanlar.
‘başkaları ölür’. Ben değil!’ Bugün’ öleceklerine inanmıyorlar;’yarındır
ölüm’diye avunuyorlar. Oysa yaşamak bugünde ölümde bugün.
Avuçlarından döküldü varlık,gözünden düştü dünya…Bir
malınıza çok mu değer verdiniz hemen öldüğünüzü düşünün,nasıl dökülüyor o
varlık avuçlarınızdan değil mi? Veya en sevdiğimiz varlıkların(anne-baba-eş-yar-evlat)
öldüğünü düşünelim nasıl düşüyor dünya gözümüzden,hiçbir ehemmiyeti kalmıyor.
Ölüm böyle yaman bir şey,matematik de sıfır rakamına yutan eleman deriz,ölümde
aynı sıfır gibi geliyor bana yanına ne kadar büyük haneli bir rakamda gelse
sıfıra çarptığı anda yutuluyor…
Öldüğüm Gün’ün beni en etkileyen sahifesinde bir şekil,şekilde bir mana,mana da bir sevgili...
Bu şekli çizmenin sünnet olduğunu söylüyor Yazar hanımına
açıklamasını yaparken,ilk kum taneleri çizmiş bu şekli; ismi Sünnet Çizgisi.
Peygamber Çizgisi bu.
Ogün rüzgar sıcak
esiyordu. Peygamber eline bir çubuk aldı. Çölün boğucu uğultusu üzerine serin
su gibi dökülmek üzereydi sözleri. Çubuğun ucunu kumlara daldırdı. Bir çizgi
çizdi. Birkaç kum tanesi uçuştu havada. Sonra bu çizgiyi kesen bir çizgi daha
çizdi. Bu daha kısaydı. Sonra üç dört tane daha kısa çizgi çekti birinci
çizginin üstüne. Çizgilerin hepsi ilk ve uzun çizgiyi diklemesine kesiyor,sağlı
sollu uzanıyordu.
Sonra kısa çizgileri
bir kare içine aldı. Ama ilk çizginin ucu karenin dışına taşıyordu. Herkes
nefeslerini tutmuş,bu çizgilerin fısıldayacağı sırra gözlerini dikmişti.
‘İşte insan bu…’dedi
ilk çizdiği çizgiyi gösterirken. Uzun ama kolayca silinebilen bir çizgi. Kumlar
üstünde. ‘Şimdilik’ seçilebilen bir yara gibi toprağın göğsünde. Az sonra hafif
bir meltemin bile süpürebileceği zayıflıkta. Haşin çöl rüzgarlarının avucunda
bir ümit heykeli gibi cılız,mecalsiz.
Çizgiyi her yanından
saran karenin adını koydu sonra. ‘Bu da ecel…’dedi. Unuttuğumuz için az
ağladığımız,unuttuğumuz için çok güldüğümüz o amansız kuşatılmışlığı okadar
berrak gösterdi ki. Fısıldadı hepimize: ‘Her tarafımız ecel ile sarılı.’ Çizgi
yani insan uzun emellerimizle kareyi delip geçeceğimizi sanıyoruz. ‘Bu da
inanın emeli…’dedi çizginin dışarı taşan kısmına; ‘İnsan çizgisi’ ‘ecel’in
ötesine uzanıyordu.Peygamber,insanın kendi ecelini aşan emeller beslediğini
çizgi çizgi gösterdi arkadaşlarına.
Okadar uzun ki
emellerimiz;nefesimizin yetmediği yerlerde huzur arıyoruz. Ayağımızın
değmeyeceği yörelerde mutlu olmayı umuyoruz. Dört yanımız duvarla çevrili oysa.
Dört yanımızda dört ayna. Aynaların ortasındayız şimdi. Aynalar birbirine
sonsuzluk vaat ediyor. Sığ yüzlerine yalan söyleye söyleye derin olduklarına
inandırıyorlar biribirlerine…
Şimdi karenin içinde
kalan,insan çizgisini kesen şu kısa çiziklere bak. İnsan çizgisine gelip
dokunuyor,gelip geçiyorlar.’İşte bunlar da insana isabet eden
musibetlerdir’demiş Peygamberimiz.’Bir musibet oku yolunu şaşırarak insana
değmese bile,diğer biri değer. Bu da değmezse sonunda ecel oku değer.
Üzerine, bu aciz daha fazla kelam edemiyor tefekkür alemine
dönüyor…
Gözünüzün,vaktinizin belkide göynünüzün hakkına girmiş olduk
helal edin inşaALLAH…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder