Uzun zamandır çok ciddi kitaplar bitirsem de paylaşma
fırsatı bulamamamın yegane sebebidir 3 aylık kızım.
Çünkü annelik bunu gerektirirdi.
Doğumdan itibaren birçok kitap okuyup anneliğe – ebeveynliğe
dair bilgi edinmek istedim. Bu süre zarfında nice eğitim ekolüyle daha tanıştım.
Bir eğitimci olarak insanın kafası bu denli karışıyorsa… diğer insanları
düşünemiyorum!
İnsanoğlu karmaşık bir canlı ve dahi her biri biricik o
nedenle tek bir methodolojisi yok elbette bu işin ancak ortak bazı noktaları
var. Bunları baz alarak kendi ebeveynliğimizle harmanlamamız gerektiği sonucuna
vardım.
Tüm okumalarımdan Işığın Yolu kitabını paylaşarak başlamak
istedim. Zira beni en derinden etkileyendi bu kitap. Bir psikolog tarafından
yazılması, roman akıcılığında olması, bir hikaye üzerinden bu denli pedagojik
öğretilerin verilmesi çok başarılıydı.
Bebek bakımı, eğitimi, annelik serüveni kitapları bir yana,
ilk aylarda kurulacak olan güvenli
bağlanma kuramı bir yanaydı benim için.
Güvenli
bağlanma bir insanın hayatındaki en önemli virajlardan biri çünkü. İleri yaşlarda
yaşanılan psikolojik sorunların en temelinde 0-12 aylık dönemde anneyle güvenli bağ kuralamaması yatıyor.
Bir anne olarak çocuğumun ne giydiği, nerelerde okuyacağı,
hangi mesleği seçeceği, başarılı bir insan olup olmayacağıyla ilgilenmiyorum.
Tek dileğim ruhsal ve zihinsel olarak sağlıklı bir birey olmasına yardımcı
olmak. Gerisini o getirecektir zaten. Fakat genel olarak topluma baktığımda
ebeveynler çocuklarının psikolojisini hep arka planda tutarak bazı hedefler
koyuyorlar kendilerine, ne acı!
Sağlıklı bir bebekteki ilk adım ise annesiyle güvenle bağ
kurabilmek..
Nedir güvenli bağlanma?
Bütün eğitim sistemleri çocukları bağımsız birer birey
olarak yetiştirmeyi hedeflese de evvela insanoğlu bağımlı ilişki
geliştirebilir. Ondan sonra güvenli ayrılma söz konusu olacaktır. Bizler batı
özentiliğimizle daha bebekken bu bağımsızlığı vermeye çalışıyoruz
çocuklarımıza; kucağına alma şımartma, sallayarak uyutma alışır, ağlatarak
yalnız bırak ağlamamayı öğrensin ve daha trajik bir çok kalıp…
Tüm bunlar anne ile bebeğin arasında oluşması gereken
güvenli bağı zedeleyici yaklaşımlar. Bu nedenle doğal ebeveynlik diye yeni bir
akım başlamış durumda. Aslında bildiğimiz geleneksel, büyüklerimizin uyguladığı
bir yöntem. İlk aylarda sürekli kucakta olan bir bebek, ayakta, sallanarak,
ninnilerle uyutulan bir bebek, istediği zaman beslenen yani velhasıl içgüdüsel
olarak yapılan ve yapılacak olan ebeveynlik aslında. Ama tüm bu Avrupai yaklaşımların
karşısında durabilmek adına psikolojik alt yapıları izah edilerek pedagoglarca
anlatılmış olan.
Doğal ebeveynlikte; Göz teması, yüz ifadesi, ses tonu,
mimikler, beden duruşu gibi sözsüz mesajlar ve bebeğin ihtiyacının ne kadar
hızlı karşılandığı en önemli iletişim unsurlarını oluşturuyor.
Bir örnek üzerinden anlatıyor Nilüfer Devecigil güvenli
bağlanmayı;
Annelerinin odada
olmadığını fark edince ağlayan ve anneleri geri gelince onun kucağında
rahatlayarak oyuncaklarla oynamaya devam eden bebeklerdi güvenli bağlananlar.
Kaygılı bağlanan bebekler,
annelerinin odadan gittiğini görünce ağlıyorlardı, anne geri geldiğinde ise bir
daha kucaktan inmiyor ve sakinleşemiyorlardı.
Güvenli bağlanmanın haricinde, Karmaşık Bağlanma, Kaygılı
Bağlanma, Kazanılmış Sağlıklı Bağlanma gibi bağlanma çeşitleri daha var.
Bebeğinizle nasıl bir bağlanmaya sahip olacağınız aslında geçmişte annenizle
nasıl bağlandığınızla doğru orantılı olarak gelişiyor. Evvela kendi bağlanma
çeşidimizi bulmamıza yardımcı oluyor yazar. Kendi iç çalışmamızı da destekliyor
böylece.
Bütün bu bağlanma şekilleri bebeğinizin beyin yapısının nasıl gelişeceğiyle alakalı. Mutlu, sevgi ve güven ortamında yetiştirilen çocukların
beyin gelişimlerinin çok daha iyi olduğu ispatlandı.
Bebeklerin zihnini şu şekilde şematize ederek anlatıyor
kitap;
İki katlı bir ev düşünürsek. İlk kat ilkel beyin, ikinci kat ise sofistike
beyin. İlk kattaki sistem doğru kurulmadan ikinci kat sağlam oluşmuyor.
Üst beyin, mantık yürütme, planlama, konuşma, karar verme ve
en önemlisi de dürtü kontrolü gibi önemli davranışların regülasyonlarını
içeriyor. Alt kat yani ilkel beyin ise nefes almak, duymak, beslenmek, uyumak,
ve hayatta kalmak gibi daha ilkel fonksiyonlara sahip.
Yüz milyar sinir hücresi nöronla geliyoruz dünyaya. Bu
nöronlar ateşlenip topraklanarak birbirleriyle bağlantılar kuruyor ve bir
network oluşturuyor. Burada önemli olan nöron sayısı değil. Hangi nöronların
hangileriyle ağ oluşturduğudur. Ebeveyn güven verirse, bebeği her sinyal verdiğinde
onun ihtiyacını karşılarsa, bu dünya güvenilir, ilişkiler güvenilir
şeklinde düşünce kalıplarını içeren ağlar oluşur bebeğin beyninde. Eğer tam
tersi ağlar oluşturursa yetişkinlik yaşlarındaki ilişkilerinde güvensizlikler
yaşar.
Sofistike üst beyin ile ilkel alt beynin dilleri birbirinde
farklı. Biz genelde üst beynin diliyle ilkel beyinle konuşmaya çalışıyoruz. Ebeveynlik
kitaplarının kahir ekseriyeti üs beynin diliyle yazılmış durumda. Bebeklerimizin ilkel
beyinlerine hitap edemiyoruz böylece ilk kat sağlamlaşmadan üst katı da
sağlıkla inşa edemiyor oluyoruz. O nedenle birçok yöntem bebeklerimizi
ehlileştirmek şöyle dursun daha da agresifleştirerek pes ettirmeye
yönlendiriyordu.
İlkel beyni terapi
edebilmek için yapılması gereken sadece göz teması, dokunma ve sakinlik
becerileri içermesi gerektiğini bilmekti.
Çocuklarımızı kendi iç
çalışmamız kadar anlıyor ve de destekliyoruz diyor yazar. Yani çocuklarımızı
terapi edebilmek için evvela kendimizi regüle edebilmeliyiz.
Ebeveyn- çocuk ilişkisi adil bir ilişki değildir. Sadece
vermek üzerine kuruludur. Bu taşmalardan çocukları korumak adına kendi geçmişimizle
çalışmamız gerekir.
İnsan kendiyle nasıl çalışır? Sorusunun cevabı ise oldukça
uzun ve derin. Kitap bu noktada bir miktar yol gösterici diyebiliriz.
Tüm bunların yanı sıra kitapta, insanın kendi zihnini
anlamlandırmasıyla ilgili bir paylaşım dikkatimi çok çekti.
Benim için çok önemli olan bir konu bu;
Bilim insanları beynin dinlenme zamanında ne yaptığına
baktılar. Yani kitap okumadığı, çalışmadığı, bir aktiviteyle meşgul olmadığı
kısacası sadece dinlendiği an beyinde nasıl bir aktivite olduğunu görmek
istediler. Ve taramalarda beynin dinlenme halinde aktif olduğunu gördüler. Ve
bu zihin haline default mod dediler.
Default moddayken
4 farklı zihin aktivitesi keşfedildi.
İlki; tecrübe ettiğimiz her şeye yorum yapması, özellikle de
yargılamayı seviyor bu hal; şöyle olmalı, böyle olmalı…
2.si geçmişteki hatıralarla geleceğe senaryolar yazıyor,
3.sü ise ego yapılandırması
Doğumdan sonra çalışmadığım ve zihnimi
doldurmadığım süreçte yaşadığım tamamen default
mod olmuş. Anneliğe dair şöyle olmalı, böyle olmalı en iyisi nasılsa öyle
olmalı araştırmaları ve hatta bu uğurda çalışma hayatını, kariyeri, mesleği her
şeyi bırakma düşünceleri sarmıştı zihnimi. İlmel-yakin olarak bildiğim eski
düşüncelerimin yerini -malı -meli gereklilik kipleriyle dolu düşünceler
almıştı. Oysaki Müslüman Kadının Kariyer Planlaması konulu seminerler veriyor
ve kendi iş planımı bile annelik ihtimallerine göre düzenliyordum. Yani aslında
zihnimde bu hususla ilgili çalışmalar mevcuttu. Fakat default moda geçince
zihnin çalışması çok değişiyormuş.
Zihnin default moda geçtiğini her farkettiğinizde onu tecrübe
moduna (bir işle meşgul olma hali) çekerseniz, zamanla beynin o bölümünün
nöronları topraklanıyor, topraklanma arttıkça default mod daha az aktif oluyor.
Bu nedenle 3.ayımız biterken zihnimi bir çok uğraşla daha
meşgul ediyor ve daha çok tecrübe moduna sokarak default moddan sıyrıldığımı
gözlemliyorum.
İnsanın zihnini tanıyabilmesi muazzam bir deneyim.
Ve bu kitap zihnimi, kalbimi, ruhumu ve artık anneliğimi tanıma yolculuğumda bende iz bıraktı.
Şiddetli tavsiyedir muhterem kâriler...