Hani elinizin altında, gözünüzün önünde dolanan kitaplar
vardır ya, 1 yılı aşkındır gözümün önünde dolanıyordu Çocuk Deyip Geçme.
Yazara dair muhtelif düşünceler barındırdığımdandır belki
bilemiyorum bir türlü elim gitmedi kitaba. En son çaresizlik misali veyahut
nasibin yeni gelmesi sebebiyle elime alıp birkaç sahife çevirdim kitaptan.
Sonrası çorap söküğü zaten…
Çok keyifle bir çırpıda okunacak kitaplardan Çocuk Deyip
Geçme…
Yaz aylarını pedagojik kitaplara ayıran biri için ayrı bir
keyifli geldi bana. Zira diğer pedagoji kitaplarına göre çok daha hafif, leziz
ve hazmı kolay açıkçası. Yazar günlük hayattan kesitler, danışmanlık hatıraları
ile konuları ele almış bu nedenle hiç sıkılmıyorsunuz.
Kitap zaten gazete köşe yazılarından bir derlemeymiş. O
yüzden bir bütünlük halinde değil de konu konu, parça parça ilerliyorsunuz.
Ayrıca şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum yazı puntosu
ve yazı karakteri çok iyi kitabın. Bilmem yazarın burada özel bir
istirhamımı vardır fakat okuması ben fakir için çok kolaylaştı bu sebepten.
Yazarın kitapta sürekli vurguladığı bir husus var; anne ile
güvenli bağ kurabilmiş çocuklar… Bir çok pedagojik sıkıntının burası kaynaklı
olduğuna dikkat çekiyor. Benimde aklıma en son incelediğim bir makaleyi
getiriyor. Hayretler içerisinde bilim dünyasında konuştuğumuz bir gelişmeydi
çünkü bu gelişme.
Gen ifadesindeki değişiklikler nesilden nesile aktarılır
bilinen üzere. Psikopatolojik yatkınlığı olan insanların nükleotitlerinin daha
çok metillendiği keşfedilmişti. Daha enteresanı ise şu oldu. Bebekken çocuğunu
daha çok öpüp, koklayan annelerin çocuklarında metillenme daha az. Yani
çocuklar daha sağlıklı. Öpüp koklanmayan çocukların ise nükleotitlerinde çok
daha fazla metillenme olduğu ortaya çıktı. Yani psikopatolojik sapmaları daha
yüksek… Mağlum psikogenetikçi olduğum için konu benim nezdimde dönüp dolanıp
hep oraya bağlanıyor. Fakat farklı bağlamlar değil bunlar Pedagog Adem Güneş
beyefendi de aynı şeyi söylüyor. Annesine güvenle bağlanan sağlıklı çocuklar…
Bazen anneme sevgiyle şımartma, hususunda muhalefet
ettiğimde sevgiden zarar gelmez deyişleri geliyor aklıma… tabiki pedagojik
öğretilerden geçirdikten sonrasında katılıyorum buna ;)
Makaleyi bitirdikten sonra bu geliyor hemen
aklıma…Sevilen çocuk, sevildiğini hissedemeyen çocuk…
Kitapta bir çok altı çizili satırlarım var fakat en
bayıldığım ve bana babamın öğretilerini hatırlatan şu satırlar oldu;
Çocuk eğitimi çocuğa zoraki davranış
öğretmek değil, ona ‘’irade’’ kazandırabilmektir. Bir başka deyişle çocuğa ‘’iç
disiplin’’ kazandırmaktır.
Bugün anne babaların şikayet
ettikleri birçok sorunun kökeninde iç disiplin elde edememiş çocukların
hallerini görüyoruz.
‘’Bu çocuk neden yarım saat oturup da
dersini yapamıyor?’’
Çünkü bir iç disiplini yok ki yarım
saat kendisine gücü yetsin de ders yapabilsin.
‘’Bu çocuk neden kemik görmüş
‘’fino’’ gibi kızların peşinden koşup onları rahatsız ediyor?’’
Çünkü kendisine gücü yetmiyor,
hazlarını kontrol edemiyor, içinde uyanan her duygunun esiri oluyor da ondan.
‘’Peki, bu çocuk neden namaz
kılamıyor?’’
Kılamaz, çünkü ruhunun gücü bedenine
yetmiyor da ondan.
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
‘’Neden bu çocuk vaktinde
uyanamıyor?’’
‘’Neden bu çocuk odasını
toparlayamıyor?’’
Çünkü iradesi zayıf da ondan…
Nedir irade?
Pedagojide irade, çocuğun zorluklara
karşı direnebilme gücünü elde etmesidir. Kişinin kendisine gücü yetmesidir.
Çocuk
kendisine ‘’yapabilme fırsatı verildiği kadar’’ güçlü bir iradeye sahip olur.
Bugün ise çocuğunu ‘’çook seven’’ anne babalar çocuklarına ‘’yapabilme fırsatı
verme’’ şöyle dursun onlardan bu fırsatı her seferinde kendileri alıyorlar.
Merdivenlerden
annesinin elini tutmadan inmek isteyen bir ufaklık düşünün…
Ramazan
ayındayız…oruç tutmak isteyen bir ilkokullu…
Yanıtları
duyuyor gibiyim J
‘’Daha çok
küçüksün’’ !
Bir sonraki
sevdiğim başlık ise ÖĞRENMENİN 3 SİHİRLİ ANAHTARI oldu.
Öğretmenliğin günümüzde
geldiği hali görünce acıyor insan. Öğretmenlikten bihaber insanların
öğretmenlik yapmaları yetişen neslin halini özetliyor gibi bir nevi.
Çocuğun
bilgiyi öğrenmesinde 3 temel şart vardır; ‘’Güven, Hoşgörü, Tevazu’’.
Amerikalı mucit Prof. Henri Jinott,
kendisini diğer insanlardan farklı kılan şeyi soranlara şu hatırasını
anlatıyor: ‘’Başarımın sırrı annemin altı yaşındayken bana takındığı bir
tavırdır. Altı yaşımdayken buzdolabından süt alırken süt şişesini düşürüp
kırdım. Annem olayı görünce bana kızmadı. ‘Aaaa Henri, sütten ne güzel bir göl
oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak istermisin?’ dedi. Bir süre
oynadıktan sonra annem ‘’Biliyor musun Henri, herkes kendi yaptığı şeyleri
kendisi toplamalıdır. Şimdi bu süt gölünü temizlemek için benden sünger mi
istersin havlu mu?’ diye sorduğunda kendimi çok değerli hissetmiştim. Elimden geldiğince
dökülen sütü temizledikten sonra annemle dışarı çıktık. Annem bana bahçede süt
şişesinin düşürmeden nasıl taşınacağını gösterdi. Bu olay benim diğer
insanlardan farklı olmamı sağlayan en önemli olaydır.
O kadar metaalara,’’ kim ne derlere’’ takılı kalmışız ki…
Bir çocuk büyüyen evin derli toplu, tertemiz olmasını ve kalmasını kim
bekleyebilir? Halılar lekesiz, duvarlar çiziksiz, koltuklar formunda vs..
Bence
tüm türk hanımları!
Büyüyen çocuklarının duvarları A4 kağıdı zannettiklerini bu
yüzden boyamak çizmek istediklerini düşünmeyen annelerimiz.
Yoksa çocuğuna kırdığı vazodan, döktüğü sütten hiçbir anne
kızmazdı.
Yeri gelmişken kitaptan öğrendiğim İmam Gazali Hazretlerinin
notunu da şuraya iliştirelim.
‘’Çocuğa yeterince
oyun eğlence ve dinlenme imkanı sağlanmazsa kalbi ölür ve zekası söner.’’
Ve her zaman söylediğim bir şeyi daha buluyorum kitapta.
Ebeveynler kendileri yapmadıklarını evlatlarından bekliyorlar. Kendileri
çocuklarının gözü önünde yalan söylerken (farkında dahi değiller) sıkıntı yok fakat çocuk yalan
söylediğinde ‘’bu çocuk niye böyle? ‘’
Acaba????
‘’Çocukluk dönemi’’
masumdur, ebeveynler kendilerinde gördükleri hataları ne kadar çabuk
değiştirirlerse çocuk da ebeveynle birlikte değişir. Bu yüzden biz, bu
dönemdeki çocuk davranışlarını değiştirmek için ebeveynlerin davranışlarını
değiştirmeye çalışıyoruz.
Cinsel eğitim mi? Mahremiyet eğitimi mi? diye bir
sorgulaması var yazarın kitapta. Burada biraz ters düşebiliyoruz. Yazar bugün
ortaokulda yani çocuğun yaşı 12-13 iken Fen Bilimleri dersinde verilen Üreme
Ünitesinden biraz muzdarip. Fakat ben bunun sebebinin ailede mahremiyet eğitimi
ile gelmeyen çocuklardan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Keza ünitenin o yaş
gruplarında verilmemesinin de çok büyük handikapları mevcut. Burada iş biraz
aile biraz da öğretmende bitiyor gibi.
Yalnız altını çizdiğim bir nüans var burada
yazar erkek çocuklarına cinsel bilgileri babanın vermemesini önemle belirtiyor.
Erkek çocuklarının içlerinde bir şeyler
kırılır, gözlerinde büyüttükleri babalarına karşı bir hayal kırıklığı yaşarlar
bu nedenle, erkek çocuklara cinsel bilgiler ancak yaşına yakın bir üçüncü kişi
tarafından ve vakti geldikçe verilmelidir. Ve bu kişi evli olmamalıdır.
Akademisyen olmama rağmen neden eğitim koçluğu yaptığımı hala soran arkadaşlarıma bir kadın olduğumu hatırlatmak yetmiyordu bazen. Tam o noktada yazar müthiş bir cümle kuruyor benim yerime;
İster işveren olun,
ister bu ülkeyi yöneten bir makam sahibi; saat 07:00’ de kreşe bırakılıp 19:00’da
alınan çocuklardan oluşacak bir toplumdan
‘’güvenli’’ ve ‘’huzurlu’’ insanlar beklemeniz doğru olmaz.
İşte tam da bu yüzden
bir kadının, çalışan bir kadının mutlaka alternatifleri olabilmeli…
Bir de BABA BUGÜN NE
OLDU BİLİYORMUSUN? Başlıklı yazıda vurgulananlar oldukça kıymetliydi muhterem
kârilerim onu da fotoğraf şeklinde paylaştım aşağıda okuyabilirsiniz.
Çocukluk yıllarındaki
yaşam, yetişkinlerdeki gibi ‘’gerçeklik ilkesine’’ birebir bağlı değildir. Bu yüzden
ben oruç tutuyorum diyen bir çocuğa ‘’ama sen biraz önce yemek yedin’’ gibi bir
cevap vermeyin. Zira verirseniz de çocuk agresifleşiyor zaten. Çünkü çocuk
yetişkinlerde gördüğü ve özendiği bir davranışı önce hayal eder, hayalinde
yaşar. Sonra hayal ettiği o davranışı kendisinin de yaptığını ‘’zanneder’’. Daha
sonra kendisinin de yaptğını zannettiği o davranışı adım adım gerçek dünyaya
taşır. Bu yüzdendir ki ‘’çocukluk düşlerine engel olmak’’ çocuğun kişilik geliştirmesine
engel olmaktır. Bu açıdan bakıldığında, çocukluk yıllarının en önemli ebeveyn
tutumu, ‘’ çocuğu olduğu hali ile kabul etmektir.’’
Kalıcı öğrenim için bazı yaş gruplarına dikkat çekiyor
yazar; 3-4 yaşlarındaki çocuklara dile
karşı oldukça duyarlı olduklarından ‘’pasif bir dinleyici’’ olarak dahi
rahatlıkla öğrenebilirler, ezberleyebilirler. Kuran ezberi gibi… 5- 6 yaşındaki
çocuklarda ise öğrenme ‘’yazarak’’ geröekleşirse daha kolay ve kalıcı olur.
Ergen çocuklarında ise öğrenim kendi akranları ergenlerden olunca daha kolay
gerçekleşir.
Ayrıca çocuğunuzu uyandırırken kısık sesli, Kur’an, ilahi
veya radyo tiyatrosu dinlemesi onun bilinçaltında huzur dolu olumlu izler
bırakacağı için oldukça önemlidir diyor ve bir kitabın daha sonuna geliyoruz.
Bu kadar öğreti, pedagoji,
davranış bilimi vs… beynimde şöyle bir yerde birleşiyor ve sekinete eriyorum. Bir
ayet-i kerime; Ve iyi biliniz ki,
mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah
katında büyük ecir vardır.Enfal
28.
Bitti. Yani biz ne kadar ilim sahibi olursak olalım
Allahu teala imtihan etmek istediyse…Kilükal olur tüm ilimler.
Allah herkesin evladını hayırlı bir insan eylesin, evladıyla
imtihan olanlara ise bolca sabır…