İskender pala
hocamın son kitabı Aşka Dair…
Aldığım
duyumlara göre bir roman yazmakta idi konusu ise emin olmamakla birlikte bir Osmanlı
paşasıydı(ismini hatırlayamıyorum). Ben o romanı bekleyedururken Aşka Dair
çıktı. İsmini görünce aklıma direk Kitab-ı Aşk geldi hatta ne yalan söyleyeyim
umarım benzer bir kitap olmamıştır diye düşündüm. Düşüncem de haklı çıktım mı? Kısmen
evet… Yine bir deneme kitabı ‘aşk’üzerine..
Kitab-ı Aşk kadar etkileyici ve
güzel olmasa da ...
Aşka Dair de
yazar daha ziyade tasavvuf da ki aşk boyutuna deyinmiş. Bunu yaparken de Fuzuli’nin ve Bizim Yunus’un beyitlerinden
istifade etmiş.Deneme tarzında yazılmış. Kitabın genelinde beyitlerin, günümüz Türkçesindeki
manalarının anlatımı mevcut diyebiliriz. Beyit seçiminde hocamın Yunus Emre’ye
olan hayranlığı bir kez daha görülmekte,ancak Yunus Emre ile ilgili ne kadar şey
yazılırsa yazılsın,hocam OD ile bence noktayı koydu.. Üzerine Yunus Emre ile ilgili
kim(kendisi dahil)daha ne yazabilir diye düşünmekteyim.
Kitap Kapı Yayınlarından
çıkmış her zaman ki gibi.Kapı Yayınlarının fiyat prosedürlerini oldum olası
merak etmişliğim var, hep bir daha pahalı gelir bana. Fakat son zamanlarda
okuduğum tashihi en iyi yapılmış kitaptı. Bu İskender hocamdan mı kaynaklıdır
yayınevinden mi bilemiyorum ancak sanıyorum titiz çalışma durumları bize fiyat
olarak yansıyor :)
Velhasıl-ı kelam bu
fakir İskender Pala klasörüne bir kitabını daha ekledi.Ancak size ille de sizin
kütüphanenizdede bulunsun diyebileceğim bir kitap değil Aşka Dair.Eğer aşk ile
haşır neşirliğiniz daha öncesinden varsa ve aşk üzerine kitaplar okuduysanız
tabi. Yok aşk üzerine ve gerçek aşk üzerine daha öncesinde hiçbir tefekkürünüz
bulunmadıysa ozaman tabiki edinilebilir bir kitap.
Birkaç kıssa
var ki paylaşmak isterim ey muhterem kâriler…
Leyla’nın Mecnun’u
Mecnun bir fırsatını
buldu, Leyla ile baş başa kaldı. Leyla da ondan bir dilekte bulundu.
''Ey aşık! Neyin varsa
getir!..’’
''Aay yüzlü!.. Senin
aşkınla ne suyum kaldı,ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan,ne geceleri gözümde
uyku.aşkın aklımı yağmaladıktan sonra her şeyim birer birer gitti. Şimdi sahip
olduğum tek şey yaralı bir kuş olan canım. Senden bir emir bekliyorum. Ver dersen
hemencecik vereyim.
Leyla güldü bu sohbete.
Sonra sitem etti.
''A yiğit!.. Ben senden
bunu ne vakit istersem alırım,başka neyin var?!.’’
Bu söz üzerine
Mecnun,partal giysilerinin eprimiş yakasından çıkardığı bir iğneyi Leyla’ya
sundu:
''Vallahi, varlık
aleminde malik olduğum tek şey işte bu. Bundan başka hiçbir nesneye sahip
değilim. Bunu taşımamın sebebi ise yine sensin a gönlümü alan!.. Çölde,ovada,dağda,kırda senin hayalini izlerken çok düşüyorum;dikenler ayağıma
batıyor. İşte bu iğne onları ayaımdan çıkarmak için.’’
Mecnun ,Leyla’nın
kendisine acımasını beklerken Leyla sitem etti:
''İşte ben tam da onu
arıyordum. Aşkta gerçek isen bu iğne sana nasıl layık oluyor,a perişan âşık!.. Bencileyin bir güzelin peşindeyken ayağına diken batsa o dikeni çıkarmak doğru
olur mu? Eğer o dikeni çıkarırsan,seninkine vefa derler mi?!.. Sevgili yolunda
ayağına diken batan aşık,onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir? Gül
fidanı,bir gül elde etmek için bir yıl dikenlere sabrediyor da sen gül
fidanından da aşağı mısın yoksa? Leyla’nın aşkıyla ayağına batan diken,onun
başkalarına armağan edeceği yüzlerce gül demetinden daha değerli değil midir?’’
Heyhat! Ne denir
ki…
Sanıyorum bu
zamanı düşünüp Ahmet Kaya dan ‘ ne sen Leyla’sın ne de ben Mecnun…’ en denilesi
şey gibi duruyor…
Yine Mecnun’un
bir duası dokundu bu garip yüreğe:
Aşk her âşıkın kalbinde eskiyor;
Leyla’ya olan aşkım ise ben yaşadıkça tazelenmekte…
Rabbim! Artık beni ona sevdir,veya
bana onunla şifa ver. Yoksa kalbimin çektiği çileden artık dinlendirileyim
Rabbim!
Rabbi kabul
etti Mecnu’nun duasını;hem Leyla da karşılık buldu aşkı hemde kalbinin çilesi
öyle bir dinlendirildi ki sonrasında Leyla’yı bile tanımadı…
Allah tüm
gerçek âşıkların duasını kabul etsin. Amin.
Allah’a
karşı vefakar olmanın hallerini şöyle anlatmış yazar:
Avam için vefanın adı ‘ibadet’tir. Aydınlar
için vefadan kasıt ‘ubudiyet’tir.(hakiki kulluk,aşırı bağlılık). Havas için ise
vefanın adı ‘ubûdet’(sevgili için kendinden vazgeçmek)olmuştur. Bu kelimelerin
hepsi abd(kul) kelimesinden türemiştir. Bu da bize hangi derecede olursa,olsun
kulluğun (âşıklık)vefadan ibaret olduğunu anlatır.
Niyazi-i
Mısri den müstesna bir beyit öğrendim dilimden eksik değil…
Âşina-yı aşk olandan ah
u zar eksik değil
Keşti-i bahre demâdem
rüzigar eksik değil
…
Söz ola…
Yunus,
Keleci bilen kişinin,yüzünü ağ ede
bir söz
Sözü pişirip diyenin,işini sağ ede
bir söz
diyor. Atalar da demişler ki ,'kişi
sözünden bilinir ve güzel söz yüz ağartır.'
Onlara göre sırf söylemiş olmak için
söz söylemek hamakattan sayılırmış. İşte çağımızın salgın hastalıklarından biri
bu söz hamakatıdır. Oysa ki ''söz ola kese savaşı,söz ola bitire başı’’dır. Meşhur
hikayedir;sultanın biri düşünde dişlerinin döküldüğünü görmüş. Önden arkaya
doğru ağzında hiç diş kalmamış. Dehşetle uyanmış ve derhal ülkesinin en iyi
rüya yorumcusunu huzuruna getirtmiş. Adam rüyayı dinledikten sonra telaşlanıp’’
eyvah hünkarım,eyvah!..’’demiş,''gördüğünüz rüya bir felaketi gösteriyor. Çocuklarınızın
her bireri ölecek!..Allah size sabır versin!..’’ hükümdar duyduklarından sonra
çok üzülmüş. Bu yoruma göre evlat acısına dayanmak bir yana ülkesi de başsız
kalacakmış. Öfkesi başından aşmış ve bu üzüntülü haberi kendisine veren adama
gazap edip attırmış zindana. Çeksin cezasını!..
Günler geçtikçe padişahın içine bir
umut düşmüş. Nihayet bu bir rüyadır ve belki başka türlü yorumu da vardır. Bu sefer
başka bir yorumcu çağırtmış. Bu gelende rüyayı sonuna kadar dinlemiş. O da önce
üzülmüş ama sonra şöyle anlatmış:
''hünkarım rüyanız mübarek olsun. Allah
size öyle uzun bir ömür bağışlamış ki,evlatlarınızın hepsinden uzun
yaşayacak,onların mutluluklarına şahit olacaksınız.’’
Padişah duyduklarından dolayı gayet
mutlu,tabirciye de ihsanlarda bulunmuş.
İşte buyurun ağulu aşı bal eden bir
söz. Şüphesiz ilk yorumcunun sözleri doğrudur,lakin hem incelikten yoksun,hem
de mahalle ve devrana uygun değildir. Eskilerin ‘küllü makamun makal’( her
makamın uygun bir sözü ve üslubu vardır) buyurmalarındaki hikmet burada kendini
gösterir. Çünkü ''kişi bile söz demini,demeye sözün kemini’’dir. Eğer sözün
demi(zamanlaması) bilinmezse ne kadar güzel söylense söz kem(kötü) sonuç
doğurur. Buna mukabil yerinde ve uygun söylenen söz cehennemi cennet
gösterebilir,hatta belki orayı cennete çevirir. Sözü üsluba uygun ve sanatlı
söylemek bu bakımdan önemlidir. Sözün inceliklerini bildikten sonra her söz
savaş kestirir,her söz baş bitirip can katar. Acıların tesellisi de, zehrin
şekere dönmesi de bu sayede mümkündür.
Sözlerinden öz,kelimelerinden kelâm akan insanlardan eyle bizi...
Neden ‘bufakir’
dersin kendine diyen dostlara bu fakirden değil de İskender Pala hocamdan geliyor el-cevap,buyur
edin o halde:
‘el-Fakru fahri (fakrım
fahrimdir;fakirliğimden övünç duyarım) buyurması efendiler Efendisi’nin ne mana
taşır?
Fakr kelimesine sözlüklerde her ne
kadar ‘’yoksulluk’’ karşılığı veriliyorsa da tasavvufun bu yoksulluktan
anladığı asla miskinlik demek olmamıştır. ''Fakr’’ fakir olmayı değil müstağni
bulunmayı tanımlar. Çünkü herkes gibi Müslüman’ın da Allah’ın yarattığı,ihsan
ettiği nimetleri meşru surette kazanıp tatmaya hakkı vardır. Bu hakkı
kullandığı vakitte onları kendisine ihsan eden Müteal’e şükrederken aslında
bütün bu nimetlerin fani olduğunu bilir ve onlara bağlanıp kalmaz. En büyük nimetler
ve servetler karşısında bile kimliğini,insanlığını kaybetmez,bilakis insanlık
şeref ve haysiyetini o nimetlerin üstünde tutar. Dünyalık nimetler için insani
ve ahlaki özelliklerden kıl kadar sapmaz;yokluğa düşse bile aynı ruh
yüksekliğini muhafaza eder.Bu onun için yeterli fakr hali ve dervişlik yoludur.
Dervişin yoksulluğu maddi imkansızlık değil,bilakis bütün imkanlara sahipken
yoksul gibi yaşamasıdır. Yani her nimet elinizin altında iken o nimete
erişemeyenleri de hatırlamak,böylece gerçek malik sahibinin Allah olduğunu
idrak etmek… O halde fakr, insanın kendisini daima Allah’a muhtaç bilmesi
halidir. Böyle bilirse varlıklı olmak ile yoksul olmak arasında fark
gözetmez,varlıklı iken de yoksulun halinden anlar,bilir yoksul gibi yaşar. O yoksul
gibi yaşayınca da iç dünyası zenginleşir,derinlik kazanır,olgunlaşır ve kemale
erer.
İşte bu
yüzden;ene’mden sıyrılmak adına ‘bu fakir’ diye nitelendiriyorum kendimi ve her
seferinde gerçek bir fakr sahibi olabilmeyi diliyorum …
Son söz
olarak Muhiddin Arabi'den diyeyim ki size:
Muhabbetin nihayeti aşktır…
Muhabbetle...